Tanrı’yı ve insanı öngörmek
Problem tartışma şuradan başladı. Bir arkadaş Ortadoğu’da birçok Müslüman toplumda kurumsallaşmış bir düzenin olmayışı, birçok şeyin rastgele yapılışı gibi hususlardan bahsetti ve bunun sebeplerini sordu. Doğrusu birçok sebep sıralamak mümkün ancak ben burada konunun teolojik boyutunu ve bilhassa Tanrı-insan ilişkisini irdelemeye çalışacağım.
Başlıkta Tanrı ve insanın öngörülebilirliğinden bahsettik. Başlık biraz iddialı gelebilir bu açıdan. Fakat bir yerde düzenlilik ve süreklilikten bahsedeceksek, belirli oranda bir öngörülebilirliğin olması gerekir. Bu bağlamda ilk soru Tanrı öngörülebilir mi? Bizim klasik kelam kitaplarımızda da farklı başlıklarla tartışma konusu olmuştur bu soru.
Her gün sabahleyin kalktığımızda, güneşin doğudan ve belirli saatte doğmasını bekleriz. Bu bir öngörülebilirliktir. Tabiatta insanın keşfedebildiği birçok ilkeler vardır. Hayat bu ilkelerle düzenli akar ve daha da önemlisi bilim bu düzenlilikler üzerine kurulur. Kur’an-ı Kerim, bize dünya, cennet, cehennem, mümin, kafir vb. birçok kavramdan bahseder. Geleceğe yönelik Allah bize va’d ve vaidlerde (ödül ve ceza) bulunur. Kendisine inananları ahirette ödüllendireceğinden bahseder.
Allah bu va’d ve vaidlerinin dışında, onlara ters davranır mı? şeklinde bir soru sorulmuş; buna özellikle Eşari Tanrı’nın kudret sıfatını merkeze alarak evet cevabını vermiştir. Zira aksini onun kudretine bir sınırlama olarak düşünmüştür. Mu’tezile ise, temel beş ilkesinden mülhem, Allah’ın va’d ve vaidlerini mutlaka yerine getireceğini belirtmiştir. Bu iki görüş arasındaki temel farklılık; birincisinin güç, ikincisinin de bir sözleşme temelinde Allah-insan ilişkisini kurmasıdır.
Allah ve insan mahiyetçe birbirinden farklı iki varlıktır ve aralarındaki ilişki dikeydir. Çok genel anlamda varlık arasındaki ilişkileri üçe ayırmaktayız. İlki, Allah-insan ilişkisi. İkincisi, İnsan-insan ve üçüncüsü, insan-çevre (tabiat) ilişkileridir ki, bunlar yatay düzlemdedir. Tanrı-insan ilişkisinin hangi temelde kurulduğu önemlidir. Çünkü yatay düzlemdeki insan-insan ve insan-çevre ilişkileri de o temelde kurulurlar. Dolayısıyla Tanrı-insan ilişkisinin güç üzerinden kurulduğu bir düzlemde, insan-insan ve insan-tabiat ilişkileri de güç üzerinden kurulmaktadır. Şüphesiz Allah sonsuz kudret sahibidir. Fakat Allah için kudretine sınırlama gibi anlaşılan noktalar, gerçekte Allah’ın tek taraflı olarak insana yönelik va’d ve vaidlerini içermektedir ve bunlar için hiç kimse Allah’a baskı yapmamıştır. Dolayısıyla Onun gücünü kimse sınırlayamaz.
Allah’ın öngörülebilir olmadığı, tamamen va’d ve vaidinin dışına çıkabildiği bir durumda, insanlar nasıl davranacaklardır? Bekleneceği üzere burada, insanların rastgele davranışları, belirsizlikler daha fazla hakim olacak; güç ve tahakküm baskın bir unsur haline gelecektir. Halbuki Kur’an, insan-insan ve insan-tabiat ilişkisinde güç ve tahakkümün belirleyici olduğu her türlü anlayışın karşısındadır.
Peki gerçekten Tanrı ve insan öngörülebilir mi? Öncelikle Tanrı’yı tümüyle öngörmek, Tanrı’nın mahiyeti itibarıyla mümkün değildir. Bu sebeple, Tanrı üzerine konuşmak hep bir açıklık ve muğlaklık taşıyacaktır. Yalnız Tanrı’nın gerek tarihe müdahalesi, gerek vad ve vaidleri, gerekse tabiata ve insan yerleştirdiği düzen, insana yolunu çizmek ve bir düzenlilik oluşturmak için yeterli bir bilgi vermektedir. Bu ise, insanın öngörülebilirliğini sağlamak için yeterlidir. Tabii ki, hiçbir insan, Tanrı’yı bilgisiyle kuşatamaz. Öte yandan, insan bilimleri bize insanın da nasıl belirli düzeyde öngörülebileceğinin nüvelerini vermektedir.