Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Haziran 2012

TANRI'YI DÜNYAYA GERİ ÇAĞIRMAK

Doç. Dr. Mustafa TEKİN

İnsanlık tarihi boyunca çok farklı kırılma anları yaşanmıştır. Yönelimleri açısından insanlık tarihinde benzerlerine rastlasak bile, modern zamanlarda Aydınlanma Felsefesi, arkasında önemli besleyici süreçleri barındırsa da bir kırılma noktasına tekabül eder. Destartes, bir felsefeci ve matematikçi olarak evrende Tanrı ile insanın hakimiyet alanlarını kesin matematiksel sınırlarla belirlerken, Tanrı açısından belirli bir geri çekilme söz konusuydu. u00c2deta Tanrı ve insan karşılıklı anlaşarak hakimiyet alanlarını belirlemişler; bundan sonraki süreçte bir sınır ihlali yapmayacaklarını deklare etmişlerdir.

En genel anlamıyla Aydınlanma felsefesi, insanın bundan sonra Tanrı'ya ihtiyaç duymadan dünyayı kendisinin inşa edeceğine dair bir önerme hatta bir iddia olarak ortaya çıkmıştır. Bu, insanoğlunun vahye ihtiyacı olmadığı, Tanrı'ya referans yapmadan kendi enstrümanlarıyla dünyayı kurabileceğine dair önemli bir cüreti idi. Hiç şüphesiz bu, kesin bir ateizm değildi; fakat Tanrı'nın fonksiyonlarının eskiye göre daraltıldığı, hatta Tanrı'nın bazı sıfatlarını insanın temellük ettiği bir durumdu.

İşte modern dünya böyle felsefi bir arkaplan üzerinde kuruldu. İnsanın Tanrı karşısında ontolojik olarak yüceltildiği ve kutsandığı bu hümanistik bakış açısı, son kertede Tanrı ile insanı bir tezat konsepti üzerine oturtmakta idi. Böylece insan aklı vahiy mertebesine yükseltilerek kutsandı. Bunun bir sonucu olarak, metafizik tamamen yok sayılarak dünya yeniden inşa edilmeye kalkışıldı.

İnsan, seküler zeminde kazandığı bu ivme ile tabiatı, toplumu, dünyayı hümanistik zaviyeden yeniden kurmaya girişti. İş hayatı, aile, mimari, mühendislik, gündelik hayat; velhasılı insanı saran ve kuşatan ne varsa yeniden ele alınacaktır. Nitekim yeni insan, tabiat, toplum bu çerçevede kuruldu. Fakat bir müddet sonra, dünya cenneti vaadleri yerini bir takım sorunlara bıraktı. Her şeyden önce iki büyük dünya savaşı yaşandı, Avrupa'nın göbeğinde faşist hareketler hortladı. Devrini tamamlayarak yok olması beklenen Tanrı ve din ise, insani tüm haykırışların temel sloganı haline gelmeye başladı. Gilles Kepel, dinin dünyadaki bu durumunu "Tanrı'nın İntikamı" şeklinde kavramsallaştırmıştır.

Bugün özellikle Avrupa ve Amerika'ya yakından bakın. Ekonomik açıdan yaşanan irtifa kaybını konuşmayacağım. İnsan ve toplumun çöküşü artık sosyal bilimciler tarafından konuşuluyor. Aile ve insan politikaları iflas etmiş durumda. Burada sorulması gereken hayati soru kanaatimce şudur; Avrupa, içinde bulunduğu ve aslı itibarıyla gittikçe de derinleşen bu krizden çıkabilecek imkan ve enstrümanlara sahip midir?

Üstadımız İbn Haldun'un teorilerine bakarsak, Batı dediğimiz düşünsel blok artık asabiyetini kaybetmiştir ve bundan sonra dünyaya yapabileceği yeni bir öneri yoktur. Diğer yandan, Batı'nın tarihi süreci içerisinde Roma, Ortaçağ ve Post/modern dünya, insan ve Tanrı arasındaki ilişkileri hep sınırlarda yaşamıştır. Yani ya insanın kendisini kutsadığı ya da Tanrı adına zulümler yaptığı iki farklı (ama aslında aynı bakış açısının sonuçları) görünümle karşılaşmaktayız. Bu durum, açık bir biçimde İnsanın Tanrı ile sahih bir ilişki kurmamasından kaynaklanmaktadır.

Şimdi Batı dünyası, krizler derinleştikçe hal diliyle Tanrı'yı tekrar dünyaya geri çağırıyor.