'Tanrı'yı dalavereye getirmek'
Alphonse Daudet, "Pazartesi Hikayeleri" isimli eserinde muhasara zamanlarında "vatan" a dair hissedilenleri farklı hikayeler içinde aktarır. Bu kitabın içinde yer alan "İlahisiz Üç u00c2yin" isimli küçük hikaye, kilise ve din adamlarının durumuna dair bir enstantaneyi bize aktarır. Hikaye bir Noel gecesi, muhterem pederin ayini yönetmeden önce menüde iki mantarlı hindi dolması ve leziz yiyecekleri öğrenmesiyle başlar. Peder, bu leziz yiyeceklere bir an önce kavuşmak üzere, ayinin farklı aşamalarını olabildiğince hızlandırır. Birinci dua sona erince, hızlı okumalarla soluk soluğa ikinci duayı da bitirir. Her aşama, leziz yiyeceklerin peder'in tasavvurunda yeniden canlanmasıyla birlikte daha da hızlanmaya başlar. Duayı el çabukluğuyla daha hızlı halletmek üzere devam eder. Daha sonra birer ikişer ayetleri atlamaya başlar. Daudet, bu durumu "Cenab-ı Hakkı dalavereye getirmek" olarak tanımlıyor. Kilisede bulunanlar ise şaşkınlar; çünkü bir kelimesini bile anlamadıkları ayini takip ediyorlar; hızdan dolayı kimi çökerken kimisi de ayağa kalkıyor. Nihayet ayinlerden sonra seçkin insanlarla kendisini sofrada bulan peder, o kadar yiyip içmiştir ki, Daudet'nin tabiriyle geceleyin tevbe ve istiğfara vakit bulamadan füceten göçüvermiştir. (Bkz. Alphonse Daudet, Pazartesi Hikayeleri, Çev. Sabri Esat Siyavuşgil, İst., 1992, ss. 244-255)
Din, her şeyden önce insanın aşırılıklarını dengeye getirmek üzere Allah'ın insanlara mesajıdır. Çünkü farklı güç mekanizmalarına sahip olan insanın, tarih boyunca en göze görünen niteliklerinden birisi; sahip olduğu "güç"lerle dengeden çıkması, haddini aşması, örtük ve açık biçimde kendisini Tanrı'nın yerine ikame etmeye çalışmasıdır. İbadetler, bu denge halini sürekli kılmaya yönelik mekanizmalardır; yoksa temel amaçlar değildirler. Aynı zamanda bu ibadetler ile insan ve Allah arasındaki mahiyet farklı belirginleştiği gibi, bu ibadetlerin kendi özgül ağırlıklarını aşarak sadece Tanrı ve insan arasındaki "al gülüm ver gülüm" ilişkilerine dönüşmesi, dinin içeriğinde yaşanacak bir kayıptır. İşte dinin bu içeriklerine sahip çıkmak ise, bu konuda öncü olabilecek insanların başta gelen görevidir.
Yukarıda hikayede geçen örnek, kilise ve peder üzerinden verilmektedir. Dolayısıyla okuyanlar tarafından bize değmiyor şeklinde bir algılanması söz konusu olabilir. Halbuki, dönemimiz en çok bununla ilgili tehlikeleri içinde barındırmaktadır. İslam, gündelik hayatın içinde bir din olarak Hz. Peygamber'in (SAV) örnekliğinin her dönemde yeniden üretilmesini ister. Bu üretim, Hz. Peygamber'in içeriklendirdiği yaşam felsefesini, bugünkü somut pratikler üzerinde yeniden üretmek; ortaya koyabilmektir.
Varolan ritüeller ve ibadetlerin hem dini bilen öncü insanlar hem de halk tarafından karşılıklı bir aldatmacayı beslememesi önemlidir. Bugün gündelik yaşamda her türlü işte ciddi bir ahlak zaafiyeti söz konusudur. Rüşvetler, yolsuzluklar, insan ilişkilerinde hak yemeler, ticaret hayatı, israf, kibir vb. çoğaltacağımız bir çok örnekler bu zaafiyetlerden sadece birkaçıdır. İşin kötüsü bunlar, artık gündelik hayatın realitesi olarak görülüp meşrulaştırılabilmektedir. Hemen bunun ardından, bol zikirli, mevlüdlü, evliya ziyaretli, ibadetli ritüeller hayatın bir köşesinde kişinin ruhuna değmeden görünmeye devam etmektedir. Rüşvetle mevlüd, hak ihlalleri ile evliya ziyaretleri ve şeker dağıtma birbirine tenakuz oluşturmadan aynı bünyede beraber yaşamaya devam etmektedirler. Peki bunun adı "Cenab-ı Hakkı dalavereye getirmek değil mi?"
Evet, hayatın her safhasında kızarmış hindi dolmaları insanları beklemeye devam ediyor. Bunlara ulaşmak için, yalapşap yapılan dualar, ibadetler, samimiyetsiz ilişkiler durmadan arz-ı endam ediyor. Hatta bu yiyecek tasavvurları, onlara bir an önce ulaşma hırsı, metni atlayarak okuyan dudak kıpırtılarınının "ihlas"ını bir gösterge olarak öne çıkarıyor; ancak atladıklarının samimiyetten, ahlaktan neleri çekip aldığı ancak kötü sonuçları ile karşılaşılınca anlaşılıyor.
Ama ilginç ve bir o kadar da korkunç olan; insanın cirmine bakmadan Cenab-ı Hakkı dalavereye getireceğini düşünmesi; kimi zaman örtük ve açık "kalleriyle", kimi zaman da "halleriyle."