Dolar (USD)
32.52
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2423.32
BIST 100
9747.99
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Tanrı'ya göndergesi olmayan Tanrı

Modernlik ontoloji ile epistemoloji arasındaki ilişki üzerinden yarattığı ciddi kırılma ile bir dünya inşa etmiştir. Ortaçağ’da bir dizi gelişmenin içinden yükselen modernlik, giderek bu yeni ilişki biçiminin kurumsallaşması ile bugünlere, yani postmodern duruma gelmiştir.

Pre-modern dönemde dış dünyada insandan bağımsız bir hakikat olduğu düşüncesi, insanın bu hakikati anlamaya çalışma, onu yakalama veya en azından kavrayamasa bile bir yerine tutunma gibi bir tavrı da beraberinde getirmiştir. En büyük hakikat olan Tanrı ve onun insanı kuşatan tüm varlık dünyasındaki tezahürü, insan tarafından bu şekilde izlenmiştir. Tüm varlık dünyasının Tanrı’nın tezahürü olarak algılandığı böyle bir dünyada, insan da Tanrı’ya, tabiata ve evrene uyum anlamında kendisini değiştirmeye uğraşmıştır.

Böyle bir anlayışın hakim olduğu pre-modern dünyada dikkat edilirse felsefenin de en önemli sorusu mutluluk ve erdem üzerine olmuştur. Kimi yaklaşımlar tabiata uyumun mutluluk getireceğini savunurlarken, insanın iç dünyasıyla uyumu da önem verilen bir nokta olagelmiştir. Ama son kertede erdem, insanın kendisini değiştirmesi üzerinden tanımlanan bir olgudur.

Modern zamanlara geçişte kırılma noktası Descartes’tır. Descartes’ın kendinden önceki varlık anlayışını değiştirerek varlığı zihin içine çekmesi, insanın epistemolojik bagajı ile eşyayı ve dış dünyayı değiştirebileceğine olan inancı devreye girmiştir. Kant’ın “kendinde şey”in bilinemeyeceğinden bahisle eşyayı ve varlık dünyasını insanın kendinde içkin kategorileri ile tanımlayabileceği iddiasıyla bu bakış açısı yerleşmiştir. Böylece insanın kendisini değiştirmesi değil eşyayı ve dış dünyayı değiştirmesi önplana çıkmıştır.

Burada en önemli değişim eşya ve varlık ile onun hakikati arasındaki ilişkide insanın epistemolojik üretimlerle devreye girmesi; bir anlamda eşya ve varlığın insan tarafından değiş(tiril)en bilgisi ile insan ve eşya arasındaki ilişki biçiminin; çok genel anlamda insan ile dünya arasındaki anlam ilişkisinin dönüşmesidir. Bu öyle bir dönüşümdür ki, insan eşyaya yüklediği yeni anlam ile eşyanın hakikatinin değişeceğini beklemektedir. Diğer yandan epistemolojinin gerçeklik ve ontolojiye öncelenmesi sonucu şöyle bir ilişki biçimi yaratmıştır: Araba gibi bir gerçeklikten öte arabaya dair ürettiği epistemoloji ile arabanın insanı taşıyabileceğini iddia etmektedir.

Bu durum uzun vadede bir yandan insan (özne) ile eşya diğer yandan ontoloji ile epistemoloji arasındaki ilişkide temsil krizi oluşmasını sonuçlamıştır. Modernlik zaten vahyin yerine ikame olarak epistemolojik bir kesinlik öngörmüştü. Fakat postmodernlik her şeyden önce bir temsil kriziyle kendisini göstermiştir.

Temsil krizi insanın önündeki eşya ve varlık dünyasının en azından tanımlandığı gibi olmayabileceğini; insanın kendi kategorileri yaptığı tanımların eşyaya tekabüliyetinin imkanını tartışmaya açmıştır. Artık gelinen noktada krizi daha da derinleştiren nokta, fizik gerçeklikten bağımsız bir gerçekliğin yaratılıp yaratılamayacağı üzerinedir.

Peki bunun anlamı nedir? Bu epistemolojik manipülasyonu derinleştirerek, gerçekliğe hiç bağlı olmayan temsilin de anlamını bitiren tamamen sanal bir dünya yaratma çabasıdır. Metavarse’e doğru geçiş bu çabanın bir uzantısı olarak durmaktadır. Bizim buradaki en temel soru(nu)muz ise, zaten postmodernlikle birlikte yükselen bir paganlık vardı. Bu paganlık ister istemez Tanrı gerçekliğine referansta bulunmaktaydı. Sorun bir temsil sorununu işaretlemekteydi. Fakat şu anda Tanrı’ya göndergeleri olmayan bir Tanrı anlayışı ile karşı karşıyayız.