Tanrısız din
Yukarıdaki başlık Ronald Dworkin'in kitabının ismi. Dworkin kitabında dinin mutlaka kutsal kalıpları içinde, teistik koşullara bağlı ve tanrılı olması gerekmediği tezi etrafında bir tartışma yapmaktadır.
Dworkin tarih boyunca dinlerin ve tanrıların, insanların birçok amacına hizmet ettiklerini belirttikten sonra, bu anlayışın Tanrıların dünyayı değer ve amaçla doldurmuş oldukları varsayımında yattığını belirtmektedir. Değere Tanrı'nın kefil olduğuna dair inancın ise, söz konusu değerin bağımsız gerçekliğine olan inancı da önceden varsaydığı kanaatindedir. Dworkin'e göre, bu inançsa tanrıya inanmayanların da erişebilecekleri bir şeydir. (s. 11) Nitekim O, ithaf sayfasında "seküler dünyanın gizemlerinde bana yol gösterdiği için" şeklindeki ifadesiyle bunu anlatır gibidir.
Dworkin, bu konuda Einstein ve Spinoza'yı örnek göstermektedir. Ona göre, "Einstein bir tür aşkın ve nesnel değer denilebilecek şeyin, tüm evrenin içine işlemiş olduğuna inanıyordu." (s. 14) Ona göre, gerçekte Spinoza'da bir tanrıtanımaz olup, panteizm dediği şey de doğanın üzerine bir tür Tanrı serpiştirme olarak düşünülmelidir. Nitekim Spinoza doğanın iyi anlaşılması gerektiğini savunmuştur ve çağdaşları tarafından ateist olarak algılanmıştır. (s. 35-36)
Dworkin tüm bu iddialarla dinin mutlaka "tanrı"lı olmayabileceği, seküler bakış açısının da bir değer ve din üretebileceği üzerinde durmaktadır. Esasen Onun temel iddialarının önemli bir boyutuyla Kur'an'ın bakış açısı olduğunu burada belirtmeliyiz. Zira insanlara bir dünya görüşü, bakış açısı, yaşam tarzı sunan her bir perspektif "inanç" haline gelmekle Kur'an'ın tanımlamasıyla din olmaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında ateizm de bütüncül bir dünya görüşü sunamasa bile, dünyaya belirli bir perspektiften bakmayı önermesi ve bir inanç haline gelmesi sebebiyle din olarak görülmelidir. Tanrı'yı kabul etmemesi bu gerçeği değiştirmez. Bunun dışında bir takım ideolojiler, seküler düşünceler de din haline gelebilirler.
İkinci önemli nokta da, tüm tanrısız din ya da din haline gelen ideolojilerin, kendi inanlılarına teistik dinlerin verdiği heyecan, coşku ve motivasyonu vermesi mümkün müdür? Tabii ki mümkündür. Bunu içinde yaşadığımız dünyada da tecrübe etmekteyiz. Hatta bir marksistin ya da ateistin kendi dünya görüşü çerçevesinde çalışırken, teistik dinlerin mü'minleri kadar, ondan da fazla coşku ve heyecan hissettikleri, davaları için fedakarlık yapmaya hazır oldukları bildiğimiz bir şeydir.
Dworkin, kitabında bu tartışmaların ardından din özgürlüğüne geçer ve teistik dinler kadar diğer dinlerin de özgürlüklerinin kısıtlanmamaları gerektiğini belirtir. Onun din özgürlüğü bağlamında değindiği üç nokta önemlidir. Amerika Anayasası'na atıfla ikisi, devletin resmi din kurmaması ve dinlerin özgürce yaşamaktan kısıtlanmaması üzerinedir. (s. 81) Doğrusu bu noktalara bizim de katılmamız mümkündür. Zira devletin, bir dini ya da mezhebi resmi ilan etmemesi ve dini özgürlükleri "güvenlik" dışında kısıtlamaması kabul edilmesi gereken bir adımdır.
Fakat üçüncü nokta, tanrısız bir takım dinlerin, din haline gelmiş ideoloji ve inançların düşüncelerinin kamuoyunda nasıl açıklanacağı ve tartışılacağı üzerinedir. Burada farklı değersel ve etik anlayışlarla farklı görüşleri savunanlara özgürlük konusunda nasıl bir tavır takınılacaktır?
Doğrusu günümüz dünyası yeni dini hareketler, tanrısız dinler vb. konusunda gelecekte yeni formları ajandamıza getirecek gibi görünmektedir. Tüm bunların ise, belirli kriterler geliştirerek ilmi anlamda tartışmalarının üretilmesi gerekmektedir. Özellikle İslam ilahiyatı, bu yeni olgular karşısında kendi perspektifini de koruyarak, ama reaksiyoner tavırdan da uzak tartışmalar yapmak zorundadır.