Dolar (USD)
32.60
Euro (EUR)
34.81
Gram Altın
2491.18
BIST 100
9476.25
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Aralık 2021

​Tanrı'nın ilkelerini anlamak

İnsanlık tarihi dikkatle gözden geçirildiğinde, uçtan uca savrulmaları görmek zor olmayacaktır. Bu bağlamda Ortaçağ’da din adına irrasyonaliteye savrulan bakış açısından, adım adım Tanrı’dan kopuşa doğru gelinmiştir. Burada Ortaçağ’da kilisenin tahakkümünden kurtulmaya çalışmak ne kadar olumlu bir tavır olduysa, bunun Tanrı ile ilişkisini dengeleyememesi de bir başka handikapı ifade etmektedir ki, bugün bunun sonuçlarını yaşamaktayız.

Bugün en büyük sorun müslümanların post/modern dünya karşısında, onu aşacak bir tez geliştiremedikleri için irrasyonaliteye hızla savrulmalarıdır. Bu durum müslümanların ciddi anlamda gerçeklikten kopuşlarını birlikte getirmiştir. Öyle ki artık dünyaya global öneriler getirmeyi bir kenara bırakalım, kendi teritorisini şekillendirecek içerikleri bile kaybetmektedir. Bu dini ve Kur’anı bir okuma biçiminden kaynaklanmaktadır.

Öncelikle insan için inanç (özel anlamda iman) gerçekten önem taşımaktadır. Bu, bir yandan insanın motivasyonunu teşvik ederken, diğer yandan kendi gerçekliğini kurmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda Tanrı’dan kopuş modern zamanlarda insanın da ciddi krizini birlikte getirmiştir.

İslam açısından imanın ilk anlamı; Tanrı’yı var ve bir kabul etmekle evrene dair bir gerçekliği kabul etmiş olmasıdır. Bu sebeple kişi iman ederken aslında bu gerçekliğe şahitlik ettiğini bildirmektedir. (Eşhedü) Burada islam (teslimiyet) insanın bu devasa evrende sınırlı ve sonlu bir varlık olarak Tanrı’nın mutlak egemenliği karşısındaki konumunu tayin etmektedir. Tarih boyunca insanların kendi hadlerini aşan bildirimleri, kutsal kitaplar tarafından uyarılmakta ve eleştiriye uğramaktadır. Çünkü insan sınırlı ve sonlu bir varlık olduğunu bilmek durumundadır.

Tanrı’nın mutlaklığı İslam düşüncesi içerisinde kimi zaman insana dair yanlış yüklemelerin yapılmasını sonuçlamaktadır. İnsanın değerini küçülten, onu hiçleştiren söylemler bu türdendir. İnsan sınırlı ve sonlu bir varlık olmasına rağmen, Tanrı’nın karşısında ciddi bir muhataptır. Onun sahip olduğu fiziki ve entelektüel kapasite geliştirilebilir ve kendi sınırlarının (ki bu sınırlar bile muazzamdır) üst düzeyine çıkarılabilir.

İşte insan tarih boyunca sahip olduğu bu kapasiteyi fenomenal dünyada kullanmıştır. Özellikle yakın dönemlerde fizik, kimya, astronomi, tıp vb. kadar insan bilimlerinde de epey yol kat etmiştir. Çoğunlukla Batı’da üretilen bu bilgilerin çıktıları konusunda tabii ki eleştiri hakkını her zaman mahfuz tutarız. Ancak İslam dünyası kimi zaman moderniteye itirazını dile getirmek kimi zaman da yenilmişlik duygularını telafi etmek amacıyla Batı’nın bu boyutuna yeterince ilgi duymamıştır. Batı tabiatı Tanrı’nın yazılı olmayan bir kitabı şeklinde algılayıp, işleyiş ilkelerini tespit etmek isterken doğru davranmıştı; ancak tabiatı ve insanı Tanrı’dan koparınca handikapa düştü.

Müslüman toplumlar ise tabiatı bu minvalde okuyamadıkları gibi Kur’an’ı da okuyamadılar. Sözgelimi; “Tanrı dilediğini yapar” sözünü söylerken, Ondan irrasyonal beklentiler içine girdiler. Eğer acıkmışsanız, gidip para kazanacak, yiyecek alacak, pişirecek ve yiyeceksiniz. Yoksa Tanrı size üç öğün sofra indirmeyecek. Müslümanlar zor zamanlarında buradan kurtulmak için rasyonalite ve bilimi kullanmadılar. Hz. Yusuf kıssasını okunduğunda, oradan bir toplumun her alanda stratejisini kurmanın ne demek olduğunun anlaşılması gerekir. Dua etmek önemli ve gereklidir. Tanrı ile insanın konumlarını hatırlatır. Ancak her şeyi dua ile halledeceğini ummak başlı başına bir sıkıntıdır. Çünkü sorunlarınızı o günkü bilgi ve enstrümanlarla halletme çabası gereklidir.