Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 Şubat 2013

Tanrılığa soyunmak

Adana'da meydana gelen olayı duymuşsunuzdur. Özel bir şirkette çalışan hamile bir kadın, kontrol için hastaneye gidiyor. Hastanede doktor muayenesinin ardından ikiz olan bebeklerinden (ki 4-5 aylık) birisinin down sendromlu olduğu teşhisi konuluyor ve doktor anneye bu hasta bebeği kalbine bir iğne vurarak öldürmeyi öneriyor. Anne de kabul ediyor. İğne vurularak bebeğin biri öldürülüyor va kadın eve dönüyor. İki gün sonra rahatsızlanınca, tekrar hastaneye getiriliyor, diğer bebek de öldüğü gibi önce kadının rahmi alınıyor ve ardından kendisi de kurtarılamıyor.

Yaşanan bu olaya birkaç zaviyeden bakmak mümkündür. Kimileri, bu meseleyi sadece sağlık alanında yaşanan bir skandal olarak olarak okuyabilir. Bu bakış açısına göre, kadın özenle tedavi edilmemiştir ve doktorun ihmali vardır. Bu bakış açısına bir yönüyle katılırım ama meselenin vehametini göremediği için oldukça eksik bir bakış açısı. Fakat bu olayı aslında bir dram haline getiren başka meseleler. İşte tam da bu kerteriz noktası, bireysel bir olay ve sağlık skandalı olarak görülen bu olayı toplumsal bir şizofreni, insanın varlık sorunu haline getiriveriyor.

Bundan 8-10 ay önce Türkiye'nin gündeminde bir kürtaj tartışması vardı. O dönemde gazetedeki köşemde kürtaj savunusunun bir hayat tarzı ve feslefeden beslendiğini; bedenini kendi mülkü olarak görenlerin zina ve kürtajı olumladıklarını; buna karşılık bedeni Allah'ın emaneti olarak görenlerin ise başka bir bedenin hayatı üzerine tasarrufta bulunmanın bir Allah'lık taslamak demeye geleceğini düşündükleri için, buna razı olamayacaklarını belirtmiştik. İşte bu olayı dram haline getiren, olayın faillerinin varlık algılarındaki temel sorundur.

Post/modern dünya, yeryüzünde bir dünya cenneti tasarlamıştı. Sekülerleşen hayat, ahireti gittikçe flulaştırırken, cenneti yeryüzünde yaşa(t)mayı hedeflemişti. Böyle bir hedef, son kertede dünyadaki bütün pürüzleri kaldırma, pürüzsüz, hazza dayalı bir yaşam üzerine kuruludur. Böyle bir yaşam biçiminde yaşlılığa, yaşlılara, hastalara hatta giderek çocuklara yer olmayacaktır. Diğer yandan bu mentalite, dünya hayatının bir imtihan olduğu ve geçiciliği şeklindeki dinlerin önerileri ve yaklaşımları tersyüz edilmektedir. İşte yenilerde hakim olan bu mentalite, tüm pürüzlerin ortadan kaldırılmasını insanlara salık vermektedir. Böylece, varlıkla ilgili temel problem burada başlamaktadır; Allah'ın yerine insanın merkeze alındığı ve her şeyin insan merkezli üretildiği bir yaşam biçimi.

Ortaçağ'dan Modern dünyaya geçerken Batı dünyasının epistemoloji ile yaklaşımında da bir dönüşüm yaşanmaya başlanmıştı. İlk önceleri tamamen "Tanrı Bilir" düşüncesi hakimken, modern paradigmanın etkinliği arttıkça "Tanrı Bilir, Biz de biliriz" anlayışı egemen olmaya başladı. Bu yaklaşım, insanın da Tanrı'nın bilgisini elde edebileceği temel varsayımına dayanmaktadır. Bu durum, insanın kendisini giderek Tanrılık pozisyonuna yerleştirmesi anlamına gelmektedir ki, giderek Tanrı bilgisini değersizleştirmektedir. İnsanoğlunun bu cüreti, birçok olayda, yaşamda ve ölümde insanın Tanrı gibi kararlar almasını sonuçlamaktadır.

Tıbbın gelişme imkanlarından yararlanarak doktor, anne karnındaki o çocuğun sırf hasta olduğu için ölmesine karar verebilmektedir. Annenin kendi bedeninden ayrı bir başka bedenin öldürülmesine karar vermesi nasıl onun bir hakkı olabilir? Çünkü o beden, anneye ait değildir ve sadece kendisine emanet edilmiş bir başka bedendir. Alfred Hitchcock'un İp filminde, Brandon ve Philippe, arkadaşları David Kentley'i sebepsiz yere öldürürler. Bunu farkeden Rupert şöyle seslenir:" David'i öldürürken, kendini Tanrı mı sandın Brandon? Kendini onun yerine mi koydun?" En nihayetinde Nemrut İbrahim (AS)'a karşı kendisinin de hayat ve ölüm konusunda hüküm veren bir yetkinlikte olduğunu söylerken de aynı mentaliteden hareket ediyor olsa gerek.