Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.30
Gram Altın
2912.36
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Ocak 2020

Tam da çay demini almıştı ki, kaybettik Hasan Ağabey’i

Vefatının üzerinden koskoca 4 yıl geçmiş, dün gibi.

Hasan Karakaya Ağabey’i rahmetle anıyorum.

Uzun yıllar birlikte çalıştık, çalışmaktan öte kendimizi parçaladık, bugünkü mânâda “akıllı” işi değildi yaptıklarımız.

Ben daha çok dışarıda, alanda; Hasan Karakaya Ağabey, Mustafa Karahasanoğlu Ağabey’in liderliğindeki “karargâh”ta, neredeyse ailelerimizi unutmuş vaziyette “mücadele” verirdik.

Ben ondaki bir kilometrelik yazıyı okutma becerisine hayrandım, o da “Sendeki medeni cesareti takdir ediyorum, en önemli iki özelliğin haberin kokusunu almak ve gazeteciliği ‘bizim mahalleye sıkışmış bir alanda yapmamak.” derdi.

Ben “Tek Şef” zihniyetinin hâkim olduğu Kemalist Sol çevrede büyütülmüş bir gençtim.

Oralarda olmamın belki tek avantajı “serbest yetişmek”ti; muhafazakâr ailelerdeki gibi “Büyükler konuşurken küçükler lâfa karışmaz!” yollu frenlemelere, özgüven törpülemelerine muhatap olmamıştım.

“Sevgi ve şefkat” eksikliğinin yoğun olduğu o vasatta, hareket serbestisi vardı.

Bu da gazetecilik hayatımda işime yaradı, özellikle de 28 Şubat sürecindeki kuşatmanın yarılmasına katkı sağlamama vesile oldu.

Neyin neye vesile olacağını biz bilemeyiz elbette.

Rahmetli Hasan Karakaya’yı çoğunuz bilirsiniz; çok keskin bir kalemi vardı, düz yazıda kafiyelerle oynamayı severdi, zulmün koyulaştığı, zâlimin pervasızlaştığı anlarda çok sert yazılar çıkartırdı.

El yazısı ile hazırlayıp dizdirdiği o çok uzun makalelerinden bazılarında “imanın öfkesi”nden kaynaklanan ifadeler dikkat çekerdi ve tabii tepki çekerdi.

Bazı yazılarının kritiğini yapardı zaman zaman, “üslup olarak genelleştirilmesini” yanlış bulduğunu belirterek, “O günün şartlarında değerlendirmek lâzım. Adam, ’Bu başörtülülere 300 lira ver, istediğini yap!’ diye saldırıyordu, buna nasıl bir cevap vereceksin ki?” derdi.

Merhum ile bazı seyahatlerde uzun uzun sohbet etme imkânı bulurduk, yazısını bitirdikten sonraki birkaç saatte de dertleştiğimiz olurdu.

Rahmetli Hasan Karakaya daha çok 28 Şubat sürecindeki yaman mücadelesiyle anılır.

İlerleyen yıllarda imza attığı “üslup” değişikliğine pek bakılmaz.

Hasan Karakaya hep aynı Hasan Karakaya değildi, gittikçe “ağırlaşan” bir “kaya” gibiydi.

Son vakitlerinde bu konular üzerine çok sohbet ederdik.

Geçmişin muhasebesini çokça yapardık.

“Hesabî”lik ve “hasbî”lik üzerine nice sohbet.

“Seyahatler” sayesinde fiilen dışarıya açılmasının kendisine büyük katkılar sağladığını söylerdi Merhum Hasan Karakaya….

Eskiden yüz yüze gelmediğimiz kişiler beni tanımadan bana saldırırlardı. Benim de buna mukabil böyle yaptığım olurdu. Sonra, sonra meslektaşları yakından tanımaya başlayınca, en azından oturup sohbetler edince, onlar benim farklı yönlerini gördüler, ben de onların farklı yönlerini gördüm.” derdi.

Özünü koruyarak farklı kültürlerden beslenmek insanın ruh dünyasına zenginlik katar.

Osmanlı mutfağı salt “Türk Yemekleri”nden dolayı güzel değildir.

O mutfağı zirveye çıkartan, çok farklı kültürlerin geleneksel yemeklerini alarak kendi ruhuyla yepyeni zenginlikler oluşturmasıdır.

Farklı kesimlerden insanlarla da buluşup konuşmak gerek, farklı kültürlerden de beslenmek.

Türkiye’deki bitmez tükenmez, bir yere varmaz tartışmalar, zulümler, baskılar ve “gerilimden beslenen odakların” kışkırtmaları, dünyaya farklı pencerelerden bakan (daha çok da baktırılan) insanları birbirlerinden iyice uzaklaştırdı.

O 28 Şubat sürecinde de öyle düşmanlıklar yapıldı ki bu millete, ezilen kesimler “müdafaa” refleksiyle kabuğuna çekildi.

Ezilen kitlelerin temsilcileri iktidara geldiğinde ise bu sefer farklı arızalar ortaya çıktı, mahrum olunan bir takım imkânların oluk oluk akmasından kaynaklanan şaşırmalar oldu.

Rahmetli Hasan Karakaya, şaşırmayanlardandı.

“Yeni” dönemin nimetlerinden de hiç faydalanmadı, faydalanmaya da tevessül etmedi, şükür.

Gazetecilikte kendisinin yanına yaklaşamayan nicelerinin ne imkânların içinde yüzdüğünü konuştuğumuzda, en keyifli tarafından “Boşveeeer” çekerdik.

Ölümlü dünya, sen hesap gününe bak.

Gittikçe ağırlaşan bir “kaya”ydı, Hasan Karakaya.

“Ağabey”leri olarak gençleri “birbirlerini anlayabilmek için çaba göstermeye” davete yönelirken vefat etti.

Sade Yaşar, Renkli Düşünürdü!

Rahmetli Hasan Karakaya Ağabey, görev gereği çıktığı dış seyahatler haricinde “dışarıya” pek açılmazdı.

Muhafazakâr” gazetecilerden önemli bir bölümünün rağbet ettiği “nargile” ortamlarına takılmazdı.

Farklı kesimlerden gazetecilerle, akademisyenlerle, politikacılarla buluşup görüştüğü pek olmazdı.

Sade yaşar, renkli düşünürdü.

İşi çok yoğundu; yedi gün, çok uzun yazılar kaleme alırdı hem de el yazısıyla…

Altı gün uzun yayın kurulu toplantılarına katılırdı, kendisini santralden arayıp telefon numarası bırakanlara döner, uzun uzun konuşurdu.

Gazete’de, evde ve yurt dışına görev seyahatlerinde geçerdi günleri.

Seyahatlerinde tanıdığı farklı kesimlerden meslektaşlarından çok şey öğrendiğini ve onlara da çok şeyler öğrettiğini söylerdi.

Bu da “üslubuna” tesir etmişti.

Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?

İkisini birlikte yapabilmek, muvazeneyi sağlayabilmek çok güzel.

İlle de biri ağır basacaksa, ben tercihimi “gezmek”ten yana kullanırım.

Pergelin bir ayağı “evde” olacak, ev çok önemli, orası kale; diğer ayağı ile de dünyayı dolaşacaksın.

Türkiye’de yaşayanların “birbirlerini” yiyip bitirmelerinin bir sebebi de bu olabilir, içe kapanık yaşamak.

Japonlara bakıyorum, çoğu yurt dışına çıkıyor, çok farklı kültürleri tanıyor, çok farklı kültürlerden besleniyor.

Gördüklerimiz, konuştuklarımız özlerinden kopmamış insanlar; her seyahatlerinde özlerine zenginlik katıyorlar.

Biz ise, çeşitli sebeplerden dolayı kendi içimizde.

Yurt dışına çıksak bile yine böyle, “hemşehrilerimizi” buluyoruz anında!

Durgun sular gibiyiz.

Akarsular gibi değil de, göller gibiyiz.

Bizde siyaset de, bürokrasi de, medya da, akademi de “keskin karşıtlıklar” üzerinden gidiyor.

Bu karşıtlıklar keskin “yandaş”lıkları beraberinde getiriyor.

Güç dengeleri değiştikçe, “yanında” yer alınanlar değişebiliyor ama ortamdaki “keskinlik” değişmiyor.

Sözleri döneme ve kimin söylediğine göre değerlendirip hüküm vermek, adalet ölçülerini “döneme” göre değiştirmek, dün şikayet ettiklerimizi bugün yapmak, çok çabuk silip çok çabuk sahiplenmek…

Menfaat sözkonusu oldum mu” teviller yoluyla meşrulaştırmaya çalışmak…

Gittikçe yalnızlaşmak…

Hep “keskin” ortamların ürünleri.

Belki çok daha uygun yollar varken, “keskin virajlar”la dolu yollara yöneliyor, sarsılıyoruz.

İçimiz dışımıza çıkıyor ve viraj, viraj derken sağlıklı düşünemiyoruz.

Rahmetli Hasan Karakaya, son vakitlerindeki sohbetlerimizde, yaşananlardan ders çıkartmamı, insanları anlayıp dinlemeden hüküm vermekten mümkün olduğunca kaçınmamı, dönemlik tartışmalar yüzünden “hukukları’ incitmememi tavsiye etmişti bana.

Rahmetliyi “çayın” demini iyice aldığı bir dönemde kaybettik.

Hasan Ağabey’ye yaşadıklarımızı merkeze alan, gazetecilik hayatımın başlangıcından, hatta hayatımın başlangıcından bugünlere gelen ve yarınlara uzanma gayretini gösteren bir kitap yazsam mı?” diyorum da…

“Yoğun kamplaşma” ortamında yazdığıma yazacağıma pişman olur muyum, bilemiyorum!..

Rahmetli Hasan Ağabey’le konuşmam lâzım, tefekkür ikliminde.