Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2966.39
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Haziran 2013

'Taksim'Etrenin Gösterdiği

Taksim'deki olay ve gösteriler bir haftasını dolduruyor. Hükümet de bu kadar uzun sürmesini herhalde beklememiştir. Konuyla ilgili bir yorum ve en önemlisi de bir dezenformasyon bolluğu var. Peki Taksim olayını nasıl okumamız gerekir? Öncelikle bu olayların sadece bugünden bir AVM ve ağaç kesilmesine itiraz olmadığını hepimiz biliyoruz. Bunu gösteriye katılanlar söylemese de biliyoruz. Çünkü "öfke" dozu bu kadar yüksek gösterilerin, birikmiş daha derin sebeplerden kaynaklandığını görmek gerekiyor. Bu, hiç şüphesiz gösteriye katılma saiklerinin tümünün böyle bir farkındalıktan geçtiğini tanımlamıyor; ama bu krizi çıkarıp yönetenlerin temel arkaplanlarına işaret ediyor.

Meseleyi Osmanlı'nın son dönemlerine kadar geri götürmek elzem. Çünkü aksi halde süreklilikler anlaşılamaz. Aslı itibarıyla Türkiye siyasi tarihi, batılılaşmayı temel bir yönelim olarak seçen ve bu doğrultuda halkı üstten jakobence dizayn etmeye çalışan bir eğilimle, tarihsel bağlantılarını ve değerlerini kaybetmek istemeyen ve "millet iradesi"ni merkeze alan eğilimler arasındaki bir iktidar mücadelesinden ibarettir. AK Parti, beğenelim ya da beğenmeyelim son 10 yıllık iktidar süresince alttan gelen talepleri merkeze alan, hem bu talepleri yaratan hem de onları reel düzleeme çıkarmaya çalışan bir içerikle tebellür etti. Geçirdiği üç seçimde oylarını giderek arttırdı. Açıkçası şu andaki ortak kanaat; Ak Parti'nin ve özellikle Tayyip Erdoğan'ın bir alternatifinin olmayışı. Hala "AK Parti olmayacaksa, kim olacak?" sorusunun Türkiye siyasi hayatı, tarihi ve imkanları düşünüldüğünde bir cevabı yok. Dolayısıyla özellikle CHP gibi jakoben siyaseti hala merkezine almakta devam eden kurumsal ve bunların dışında kurumsal olmayan tüm muhalefetlerin, kısa vadede demokratik teamüllerle AK Parti'yi yerinden edemeyecekleri bellidir. Bu sebeple siyaset dışı enstrümanları, tekrar siyasetin içine dahil etme çabalarının burada faş olduğunu görmek gerekir.

Ağaç kesme ve AVM'lere karşıtlık gibi, aslında islami, çevreci, insani vb. tüm duyarlılıkları harekete geçirici konular üzerinden başlayan gösteriler, dikkat edilirse süreç içerisinde hemen mahiyet değiştirmişlerdir. Böylece kurumsal ve sivil muhalefetlerin bir kısmı, süreç içerisinde bu mahiyet değişimi sebebiyle kenara çıkmayı tercih etmişlerdir. Mesela, AVM karşıtlığı ve çevreye duyarlılık anlamında başta bu gösterilere destek veren, Cihan Aktaş ve Sibel Eraslan gibi islamcılar bile şu anda açığa çıkmış görünmektedirler. Nihayetinde bugün gelinen noktada, gösterilerin "konu"su kaybolmuş ve net bir biçimde AK Parti'den de öte Tayyip Erdoğan karşıtlığına dönüşmüştür. Öfke dozu yüksek ve sonuçları itibarıyla da şiddet yüklü bu gösterilere, nihayetinde CHP ve BDP de dahil olmak üzere hiçbir kurumsal muhalefet sahip çıkmamıştır. Anlaşılan odur ki; gösteri konusu olan "ortak duyarlılıklar", karşıtlığın boyut ve hacimlerini büyütmek üzere manipülatif bir düzenek olarak ortaya çıkmaktadırlar.

Bu bağlamda gösteriler, hem bunlara katılanlar hem de gösterilerin konusu itibarıyla "postmodern" bir karaktere de sahiptir. Bir kere gösterilerin, somut bir talebi yoktur. Hatta talep bolluğunun, talebin kendisini yok ettiğini söylemek mümkündür. Bu talep bolluğu da, AK Parti karşıtlığı gibi bir retorik içerisinde ama sosyal karşılıkları net olmayan bir niteliğe sahiptir. Göstericilerin daha önceki klasik gösterilerden farklı olarak belli bir sosyal tabanı yoktur. Farklı sınıfsallıkları, bireysellikleri vb. biraraya toplamıştır. Ortada serbestçe dolaşan gösterge bolluğu, belki bu postmeodern karakteri anlatır. Diğer tandan Twitter'ın, gazete ve televizyonun hızını sollayan ve nereseyse "kişiye özel" bilgi aktarımı niteliği, artık yeni hareketlerin postmodern dozunu da arttıracakmış gibi görünmektedir.

Bu konuya sosyal medya, gösterilerin dili, AK parti'den talepler vb. boyutları ile İnşaallah devam edeceğiz ama barış ortamının sağlanması için Başbakanın da içinde "çapulcu, ayyaş" vb. ifadelerin geçtiği hitap tarzını, yumuşatması ve onları da dinlemesi ilk adım olarak gerekli. Bu, kim haklı kim haksız meselesinden farklı bir şeydir. Başbakanın da referansta bulunduğu Şeyh Edebali'nin yöneticiye dediği gibi: "Konuşmak bize, dinlemek sana." Bu vesile ile herkesin Mirac kandilini tebrik eder, barış ve huzur ortamına vesile olmasını temenni ederim.

Not: 03 Haziran 2013 tarihli köşe yazımda ilk üç paragraf tarafıma ait değildir. Sehven yazımın baş tarafına girdiği anlaşılmaktadır.