'Taksim' edilemeyen ne?
Taksim'de ilk olaylar başlayıp, şiddet dozu yükselip devam edince ilk önce kendime "Amerika işaret çaktı mı?" diye sordum. Çünkü olayların devamlılık arz etmesi, basının olabildiğince kışkırtıcı tavrı biraz bunu gösteriyordu. Nitekim Başbakan özellikle Amerika'dan döndükten sonra olayların çıkışı ve 5 Haziran tarihinde Cenevre'ye Suriye görüşmeleri için gitmeyişi, kanaatimce klasik Amerikan politikalarının devrede tutulmasına sebep olmuştu. Amerikalıların Taksim olayları ile ilgili açıklamaları da bunu göstermektedir. Amerika, hal diliyle Suriye ve Ortadoğu politikalarına destek istemekte ve hal diliyle "büyütürüm bak" demek istemektedir.
Taksim olaylarının ikinci vechesi ise, bu zaman kadar millet üzerinden rant ve faize dayanan geçinme alışkanlıkları oluşmuş kişilerin bu yeni duruma itirazlarıdır. Geçmiş dönemler içerisinde durmadan Türkiye'yi dolandırmaya alışmış ve bunu bir geçim kapısı kılmış rantiyenin tekrar harekete geçmesidir. Taksim olaylarına desteklerin bir boyutu da geçen yazımda belirttiğim üzere Türkiye'de iktidarı kaybetmiş ve bu gidişle de demokratik teamüllerle kısa vadede iktidara gelme şansı olmayanların demokrasi ve siyaset dışı enstrümanlara sarılışıdır.
1996 yılında Erbakan iktidara gelince, bir yıl içerisinde yine aynı şeyler yapıldı. Erbakan'ın havuz sistemi, devletin ve milletin dolandırılmasına izin vermiyordu. Çok düşük faizlerle devlet bankalarından aldıkları kredilerle, devlete borç vererek para kazanmaya alışmış; Türkiye'den parayı dışarıya çıkararak sanki yabancı sermayeymiş gibi dışarıdan para getirerek Türkiye'nin parasıyla Türkiye'yi kazıklayanlar hep birlikte seslerini yükselttiler ve iktidarı çakma irtica senaryolarıyla düşürüp, bankaların içini boşaltıp milleti dolandırdılar. Şimdi de bizim bu gösterilerin "sivil" olduğuna inanmamızı bekliyorlar. Taksim meydanının arkasındaki seslere iyi bakmak lazımdır. Bu krizi çıkarıp yönetenlere iyi bakmak lazımdır.
Tabii ki bu, Taksim'de gösterilere devam eden herkesin bu farkındalıklarla orada bulunduğu anlamına gelmez. Ama bu krizi çıkaranların derdinin sivillik ve özgürlük olmadığını; tersini söylese de Ahmet Hakan da bilir. Öte yandan Taksim ve Tahrir arasında özdeşlik kurmaya çalışan kimi entelektüellerin aklın ve sosyolojinin sınırlarını zorladıkları da bir başka gerçek. Ben olayların ilk çıktığı Tunus ve daha sonra bu koroya katılan Yemen'de bulundum. Dikdatörlük diyip duranların oraları görmelerini isterdim. En asgari düzeyde ekmek ve özgürlüklerin olmadığı, insanların çok kötü koşullarda yaşadıkları ülkelerden bahsediyoruz. Gösteriye destek veren bir çok sanatçı ve işadamlarının Tahrir'leştirmeye çalıştıkları Taksim'in kaderini ne kadar paylaştıklarını da ayrıca sormak lazımdır. Tabii ki Taksim'de gösteriye katılanlar arasında hayata tutunamayıp, gelecek hayata dair ümit ve beklenti besleyenler de vardır. Ama unutulmamalıdır ki, Tahrir aynı kaderi yaşayan insanların somut ekmek ve özgürlük taleplerini ifade etmektedir.
Tüm bunlarla birlikte, Taksim'deki gösterileri tümüyle bir komplo deyip bitirmek de doğru değildir. Arkaplanlara bakmadan meseleri yorumlamak ne kadar saflıksa, ön tarafta gösteriyi dikkate almamak da bir başka umarsızlık ve aslında sosyologlar açısından eksik bir okumaya işaret eder. Bu açıdan gösterilerin kesinlikle ciddiye alınması taraftarıyım. Tabii ki, ciddiye almak, taleplerin tümünü yerine getirmek demek değildir. Gösterilerin yukarıda izah etmeye çalıştığımız şekilde dış ve iç politika ile ilintisi kurulsa da, süreç boyunca gösterilerin serencamı, talepleri ve dili konusunda hassasiyetler geliştirilmelidir.
Her şeyden önce, bir cepheleş(tir)me dilinin yaygınlaşmaya başladığını görnekteyiz. Gazeteler, internet sayfaları bu noktada önemli aktörler olarak ortaya çıkmaktadırlar. Fakat Yöneticiler düzeyinde cepheleştirme dilinin hem ajitasyonları çoğaltacağı, hem de uzun vadede güven ortamını zedeleyeceği bir gerçektir. İktidar düzeyinde daha ikna edici ve ayrıştırıcı olmayan bir dil kullanılmalıdır.
Diğer yandan, hükümet ve belediyeler bundan sonraki icraatlarında, gösterilerdeki çıktıları dikkate alarak icraat yapmalıdır. Olabildiğince adalet ve şeffaflık üzerine dayanan; gelir paylaşımında adaletin sağlandığı bir yönetim önemlidir. Herkesin hak ve özgürlüklerinin garantiye alındığı bir Anayasa mutlaka çıkarılmalıdır.
Gösteriler, mutlaka bir şeyleri gösteren birer göstergedirler. Tüm yazılıp çizilenlerden, gelecek sene seçimler sonuna kadar ortalığın hareketli olabileceği sinyallerini alabiliriz. İçi boş retorikler üzerinden kim haklı kim haksız meselesi üzerinde vakit kaybetmeden yapılacak icraatlar önemlidir ve daha da önemlisi konuşmaların dili. Bazan haklı olmanız bir anlam taşımaz; retorik daha belirleyici olabilir. Şimdi "Çapulcu" kelimesinde olduğu gibi. "Çapulcu" kelimesi artık popüleştirilmiş bir retorik olarak, ilk başta kim için kullanıldığının önüne geçmiştir.
Ve siz diyebilirsiniz ki, "biz ne yapsak itiraz edecekler yine devam edecekler." Tamam ama, itirazlara meşru gerekçeler üretmemek lazımdır. Zaten sandıkta hep birlikte sonucu göreceğiz.