TAKAS ÖLÜMLER
İnsan başkasının ölümü üzerine ne kadar rahat ve kaygısızca konuşabiliyor değil mi? Ölümün en zor konuşulduğu bedenler de herhalde çocuklar olsa gerek. Ölüm, düştüğü ocağa sahici acılar verirken, yakınlarının sol taraflarının ağrımalarından kendisini belli eder. Diğerleri ise bu acıya ancak yakınlıkları oranında katılabilirler.
Türkiye, ölümleri, tıpkı yaşamları olduğu gibi, çağın aurasına uygun biçimde şizofrenik bir parçalanmışlık içerisinde siyasetlerin bedenlenişinde seyrediyor. Küçük ölü bedenler, acı kelimesinin yok edildiği, ailelerden acıların ve sol sızıların meydan ve siyasetlere çekip alındığı bir ruhsuzluğun elinde araçsallaşıyor gittikçe. Berkin ve Burakcan'ın ölümleri, ailelerini tarifsiz kederlere bile boğamıyor. Çünkü ölü bedenler, kitlelerin elinde anonimleştiriliyor; ama aslında bu anonimlik toplumsal anominin üzerini daha fazla örtmeye yarıyor. Acaba siyaseten zafer elde edilmesi için kaç tane çocuğun ölmesi gerekiyor?
Berkin, bu olay başına geldiğinde 15 yaşında bile değildi. Reşit olmayı bırakın ergen bile olmamıştı belki. Ekmek almaya giderken ölüp ölmediğini tartışmanın ne önemi var? Onu kavganın önüne sürenler, bize hangi vicdandan bahsedecekler? Yaşıtlarıyla oynaması, mutlu gelecek hayalleri kurması gereken bir çağında, onu ölümle tanıştıranlar bedeni üzerinden nasıl bir ideolojik zafer kazandığını düşünecekler utanmadan? Burakcan için de aynı şeyler geçerli. Onu öldürenlerin ideolojisi hangi zaferi kazandı?
Sosyal medyayı takip ediyorum. Sadece Berkin'in ya da sadece Burakcan'ın ölümünü zikredenler, nasıl bir dil kullandıklarını biliyorlar mı? Berkin ve Burakcan'ın ölümlerini tarafgirlik, aidiyet ve ideoloji adına birbirleriyle takas edilebilir hale getirmiyorlar mı? Ölümlerin, böyle bir kumarda pey akçesi gibi öne sürülmesini hangi ideoloji ya da din emrediyor? Ölümü takas eden sizler! Siz kim oluyorsunuz da, bunlardan birisinin daha önemli olduğunu iddia ediyorsunuz? Tüm bunlara karar verirken, Tanrı mı zannediyorsunuz kendinizi? Söyler misiniz Allah aşkına, hangi ölüm daha önemsizdir?
Gezi Parkı olaylarından bu yana bu dilin giderek keskinleştiğini seyretmek beni ziyadesiyle üzüyor. Bütün bu olaylarda, öldürülenlerin her biri bir ideolojik tarafta hizalandırıldılar ve oranın ideolojik hanesine artı ya da eksi olarak kaydedildiler. Bir taraf ya sadece Ali İsmail Korkmaz'ın, diğer taraf ta sadece polislerin öldürülmesini vurguladılar. Ölümler takas edilebilir mi? Bunların hepsi Türkiye'nin bir karmaşasında öldüler. Esas üzerinde durulması gereken şey ise, bu ölümlerin bir daha olmaması için nasıl bir akl-ı selim ile hareket etmek gerektiğidir. Ya değilse "takas" zihniyetiyle kavgaları kışkırtmak değildir.
Bunların hiçbiri ölümü haketmiş değildir. Ölümü takas etmeye çalışanlar yaşatmaya uğraşmazlar. Ama, yaşayacak olan düşünceler, ancak insanı yaşatmaya uğraşanlar olacaklardır. Toplumun vicdanı olabilmeyi, gönüllere girebilmeyi de onlar hakedeceklerdir.
Bugün maalesef Türkiye çok toz duman içerisinde devam ediyor. Konuşulan sorunlar, değer ve ahlak açısından krizin ne derece derinlerde olduğunu gösteriyor sadece. Kimlerin nasıl galip ya da mağlup olacağı açıkçası çok da büyük önem taşımıyor. Dolayısıyla daha derinlerde yaşamaya devam ettiğimiz ahlak ve değer krizine odaklanmak zorundayız. Yoksa bütün zafer işaretleri, ruhsuz bedenlerin plastik göstergeleri olmaktan öteye geçmeyecektir.
Burada bir de şu noktaya değinmeliyiz. Dinden beklenen Allah'ın (CC) Rahman ve Rahim sıfatlarının kullar üzerine tecellisinin dili olabilmektir. İnsanlığın kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, küreselleşme, postmodernizm gibi ideolojiler yüzünden adaleti ve merhameti kaybettiği bu acımasız dünyada, din adına öteleyici bir dil kullanmak, İslam'ın bir kutlu nefes olarak kuşatıcılığından haberdar olmamak demektir.
Ölümleri takas eden bir siyaset yerine, "sizden" ve "bizden" hesabı yerine, Türkiye'nin toplumsal "vicdan"ı olacak bir uyanışı özledim. Şunu bilmek lazımdır ki, ölümleri yıllardır takas eden hesapçı eller, vicdanları da teker teker boğuyorlar. Yakıcı soru şu; Bugün kim Türkiye'nin vicdanıdır?