Tahrifatın Lokomotifi Diyalog
15 Temmuz darbe ihaneti, ve ihanet şebekesine karşı, bizde başlatılan hamleler, bu şebekenin tehlikesini arka plana attı. Bir de yerel olarak, anadoluda bu ihanet şebekesiyle mücadelede kısmen başarı da sağlanınca, biz tamamen rehavete kapıldık. Ama gelişen olaylar ve papanın BAE Ezher ziyareti, bu şebekenin ne kadar sinsi ve tehlikeli, ve DİNLER ARASI DİYALOG da denilen tahrifat savaşının ne kadar tehlikeli olduğunu bir daha gözler önüne sürdü.
Bu konuda bir kere peşinen ezberlerimizi yıkalım. Bu plan, yerel değil, küresel bir plandır. Hakla ce batıl savaşının en kritik, ve en tehlikeli kısmıdır. Dolayısıyla batıl cephe 60 belki 100 yıldır ilmek ilmek dokuduğu bu plandan kolay kolay vaz geçmiyor ve vaz geçmeyecektir. Tüm ümmetin bu plana karşı en üst perdeden uyarılması gerekmektedir. Alarmın rengi, sarı, turuncu veya mavi falan değil, kıpkızıl kırmızıdır.
İşte son günlerdeki gelişmeler gösteriyor ki, düşmanın islamın içini boşaltma planının bir parçası olan “dinlerarası diyalog” çalışmaları devam ediyor. FETÖ bu planın sadece bir ayağı idi. O kısmen deşifre oladuğundan, şimdi görünürde Ezher Şeyhi vb. Belamlar bayrağı devralmış görünüyorlar. Ama sadece o da değil. Bu planın kim bilir kaç ülkede hazır kıta bekleyen kaç yedek kuvvetleri, belamları vs. vardır.
Tahribat yakıp yıkmak, ortadan kaldırmak demek kısaca… Tahrifat ise değiştirmek, olduğundan farklı bir çevirmek içini boşaltıp dolu gibi görünümü devam ettirmektir. Ama sonuçta bu her iki istilahta yıkım, imha ve yok etmeyi hedefler sonuçta. Belki biri / tahribat, açık ve görünür halde, diğeri / tahrifat ise sinsi, sessiz ve derindendir. Ama kesinlikle ikincisi çok daha ölümcül ve çok daha tehlikelidir.
Tahribat sıcak savaşın her türlüsüyle, ambargolarla, biyolojik, kimyasal ve nükleer silahlarla… İşgal sömürü talanlarla… Başımıza bela ettikleri bizden görünen ama aslında batılıların kadrolu askeri konumundaki idarecilerle… Dışarıdan ve içeriden; PKK, PYD, DHKPC, FETO, Ergenekon, gladyo, DEAŞ, IŞİD, ya da başka isimler altındaki örgütlerle ve daha birçok yol, metot ve düzenlerle hep devam etti ve devam etmektedir.
Bu vb. ıstılahları en iyi biz ümmeti Muhammed biliriz. Zira bir asra yakındır, bu kalleş ve zalim vekâlet savaşlarının arasında ezim ezim ezilmekteyiz. Öyle ki ümmet olarak bizim yaşadıklarımızın binde birine, bunu bize yaşatan zalimler tahammül edemezlerdi. İslam diyarına şöyle kuş bakışı bir bakın. Bomba ve barut kokmayan, bombardıman dumanları yükselmeyen, annelerin feryatlarının çocukların çığlıklarına karışmadığı ve bu seslerin tank homurtuları, bombardıman gürültüleri tarafından bastırılmadığı kaç köşe var… İnsanların; din, mal, can, vatan ve namus emniyeti içinde korku ve endişeye kapılmadan rahat bir şekilde uyuyabildiği kaç diyar var…
Tahrifata gelince, kültür emperyalizminin her versiyonu bunun içindedir. Ama özellikle bizim mahalleden devşirdikleri, dinlerini dinara satan Bela’m misali kimi din cambazları, şimdilerde başroldedir. Kimisi kedicikleriyle, kimi “ılımlı İslam” “Kur'an İslam’ı” “sünnet düşmanlığı” “sahabe düşmanlığı” “Şia hayranlığı” vb. nice planlar… Düşünün ki mülhitlerin, böylesi sinsi planlarının ortaya çıkması, kırk elli yıl sürüyor. Hatta bazen hiç deşifre bile olmuyor. O zamana kadar da atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş oluyor. Dolayısıyla çok dikkatli olmak gerekiyor.
Tahrifat, tahribattan binler kat daha tehlikelidir. Ümmet olarak, yıkılan, yakılan, şehirlerimiz ve ülkelerimizi yeniden imar ederiz. Ama tahrif edilen bir dinin, inancın, akidenin yeniden kurtarılması imkansız gibidir. Bizi ayakta tutan ve bizi biz yapan en müessir etken, dinimiz İslam’dır. Küresel zalimlerin emperyal emellerine, işgal, sömürü ve talanlarını engelleyebilecek yegane güç de yine islam olduğundan, hep onların hedefinde olmuş ve olacaktır. Ama sonuçta onlar kaybedecekler. Çünkü bu dinin korumasını, bizzat Allah (cc) kendi üzerine almıştır. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf 61/8)