Tahıl milliyetçiliği
Ukrayna-Rusya savaşı rutin olarak devam ederken dünyanın kalan kısmı yaşanan süreçten çok daha derinden etkilenebilecek bir sorunla karşılaştı: gıda krizi. Küresel gıda ambarı konumunda olan Ukrayna’nın elindeki tahılı piyasaya iletememesi halinde savaşta hayatını kaybeden insanlardan daha fazlası açlıktan ölebilecekti. Cumhurbaşkanımızın devreye girmesi, her iki tarafla dengeli görüşebilmesi sonucunda tahıl koridoru açıldı ve şu ana kadar 2 milyon tona yakın ayçiçeği çekirdeği, arpa, buğday, mısır, soya, şeker pancarı, bezelye ve kanola tohumu ülkeden çıkarıldı. Çıkarıldı ama bu ürünler nerelere gitti?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Doğu Ekonomi Forumu’nda
yaptığı konuşmada, Ukrayna tahılının yoksul ülkeler yerine AB ülkelerine
gittiğini belirttikten sonra, “Ukrayna’dan giden 87 tahıl yüklü geminin
sadece 2 tanesi Afrika’ya gitti. Geriye kalanı Avrupa’ya sevk edildi.” diye
konuştu. Kara kıta Afrika, kuraklığın
kasıp kavurduğu Afrika, milyonlarca insanı açlığın pençesinde olan Afrika
parasıyla bile karnını doyuramazken; obez Avrupa tahıl stoklamaya çalışıyor.
Korkunç bir bencillik bu.
Yaşadığımız bu sürecin benzerini Korona salgını sürecinde de
yaşamıştık aslında. Aşının bulunduğu ve seri üretiminin yapıldığı ilk ayları
hatırlayın. Aşı, tüm dünya için ölümcül salgından tek çıkış yolu idi. Şu anki
gibi ciddi yan etkileri ortaya çıkmamıştı ve milyarlar bu aşıyı dört gözle
bekliyordu. Aşı fabrikaları aylar boyunca Batı ülkelerine çalıştı. 38 milyon
nüfuslu Kanada o sıralar tam 246 milyon doz aşı almıştı; nüfusunun altı
katından fazla idi stokladığı aşı. Tüm AB ülkeleri, nüfuslarının beş katı aşı
bağlantısını çoktan kurmuşlardı. Durum o
noktaya geldi ki dünya nüfusunun %14’ü, aşıların %53’ünü satın almıştı.
Nüfuslarının kat be kat fazlası adına aşı kaçıran
Batı’ya karşılık, dar gelirli 70 ülke nüfusunun ancak 10’da 1’ini
aşılayabilecek imkâna sahipti. Oxfam yetkililerinden Anna Mariott bu süreç
içinde diyordu ki, “Kimse doğduğu ülke veya cebindeki paraya göre hayat kurtaran
bir aşıdan mahrum bırakılmamalı. Bir şeyler değişmediği sürece dünya genelinde
milyarlarca kişi yıllarca güvenli ve etkili bir aşı alamayacak.”
Batı’nın aşı meselesinde takındığı bencil yaklaşım yepyeni
bir tanımı doğurdu: Aşı Milliyetçiliği. Aşı milliyetçiliği, Batılı
ülkelerin aşıyla alakalı tüm bileşenlerini biriktirmesi, kaynakların
paylaşımının reddedilmesi olarak tanımlanıyor. Türkiye aynı süreçte kendi
ürettiği aşının tüm bilgilerini paylaşmayı vadetmiş ve milyonlarca dozu da dar gelirli ülkelere
bağışlamıştı. Türkiye’nin hamleleri sonrası Batı ülkeleri, Afrika’ya aşı
bağışında bulunsalar da milyonlarca dozun kullanım süresinin dolduğu çok geçmeden
farkedilmişti. Batı, aç gözlülükle doldurduğu depolardaki aşılardan, ancak
süresi dolanları bağışlamayı göze almıştı. Tüm ülkelerin kabuğuna çekildiği
salgın vakitlerinde Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde öncülüğünde 160 ülke ve 14 uluslararası kuruluşun
salgınla mücadelesine tıbbi donanım ve aynî yardımlarla destek verdi. Bu
da Batı ile Türkiye arasındaki farkı göstermiş olsun.
Salgın süresince hayatta kalmanın ancak aşıya bağlı olduğuna
inanıldığı vakitlerde korkunç bir hırsla aşıya sarılan ve bunu paylaşmayan
Batı, 2 yıl sonra tahıl krizi çıktığında yine bölüşmek yerine türlü oyunlarla
kendi geleceğini garanti altına almaya çalışıyor. Savaş nedeniyle enerji krizi
içinde olan Batı, eğer imkânı olsa dünyanın kalan ülkelerinin petrol ve gaz
yataklarını borularla direkt kendisine bağlayacak ama yapamadığı için bu kışı
biraz zor geçirecekler.
Yüzlerce yıl boyunca milyonlarca Afrikalının alın terini
çalan, köleleştiren, katleden Batı, tüm zayıf kalan/bırakılan ülkeleri de
sömürge haline getirmişti. Afrika’dan, Asya’dan, Ortadoğu’dan güçle, şiddetle,
hile ve dalavereyle çalınan zenginlikler üzerine bir medeniyet inşa eden Batı, son yıllarda insan hakları atakları yapıyor olsa da ilk fırsatta ilkel kodlarına dönmekte tereddüt
etmiyordu. Ukrayna-Rusya savaşı çıktığı ilk günlerde Batı’ya kaçan milyonlara
bağrını açan Batı, Afrikalı yahut Suriyeli göçmenleri ölüme terk etmekte bir
beis görmüyor ve hatta Ukraynalıları kabul ederken bile ten rengine göre eleme
yapıyordu. Batı’nın ileri kolu olan pek çok ABD üssüyle de doğu bloku ile
arasına devasa duvarlar ören Yunanistan’ın, göçmenlere uyguladığı sistematik
şiddet ve zulüm Batı’nın onayı ve finansal desteğiyle gerçekleşiyordu.