Dolar (USD)
34.48
Euro (EUR)
36.21
Gram Altın
2959.95
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Eylül 2022

Tahıl milliyetçiliği

Ukrayna-Rusya savaşı rutin olarak devam ederken dünyanın kalan kısmı yaşanan süreçten çok daha derinden etkilenebilecek bir sorunla karşılaştı: gıda krizi. Küresel gıda ambarı konumunda olan Ukrayna’nın elindeki tahılı piyasaya iletememesi halinde savaşta hayatını kaybeden insanlardan daha fazlası açlıktan ölebilecekti. Cumhurbaşkanımızın devreye girmesi, her iki tarafla dengeli görüşebilmesi sonucunda tahıl koridoru açıldı ve şu ana kadar 2 milyon tona yakın ayçiçeği çekirdeği, arpa, buğday, mısır, soya, şeker pancarı, bezelye ve kanola tohumu ülkeden çıkarıldı. Çıkarıldı ama bu ürünler nerelere gitti?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Doğu Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşmada, Ukrayna tahılının yoksul ülkeler yerine AB ülkelerine gittiğini belirttikten sonra, “Ukrayna’dan giden 87 tahıl yüklü geminin sadece 2 tanesi Afrika’ya gitti. Geriye kalanı Avrupa’ya sevk edildi.” diye konuştu. Kara kıta Afrika, kuraklığın kasıp kavurduğu Afrika, milyonlarca insanı açlığın pençesinde olan Afrika parasıyla bile karnını doyuramazken; obez Avrupa tahıl stoklamaya çalışıyor. Korkunç bir bencillik bu.

Yaşadığımız bu sürecin benzerini Korona salgını sürecinde de yaşamıştık aslında. Aşının bulunduğu ve seri üretiminin yapıldığı ilk ayları hatırlayın. Aşı, tüm dünya için ölümcül salgından tek çıkış yolu idi. Şu anki gibi ciddi yan etkileri ortaya çıkmamıştı ve milyarlar bu aşıyı dört gözle bekliyordu. Aşı fabrikaları aylar boyunca Batı ülkelerine çalıştı. 38 milyon nüfuslu Kanada o sıralar tam 246 milyon doz aşı almıştı; nüfusunun altı katından fazla idi stokladığı aşı. Tüm AB ülkeleri, nüfuslarının beş katı aşı bağlantısını çoktan kurmuşlardı. Durum o noktaya geldi ki dünya nüfusunun %14’ü, aşıların %53’ünü satın almıştı. Nüfuslarının kat be kat fazlası adına aşı kaçıran Batı’ya karşılık, dar gelirli 70 ülke nüfusunun ancak 10’da 1’ini aşılayabilecek imkâna sahipti. Oxfam yetkililerinden Anna Mariott bu süreç içinde diyordu ki, “Kimse doğduğu ülke veya cebindeki paraya göre hayat kurtaran bir aşıdan mahrum bırakılmamalı. Bir şeyler değişmediği sürece dünya genelinde milyarlarca kişi yıllarca güvenli ve etkili bir aşı alamayacak.”

Batı’nın aşı meselesinde takındığı bencil yaklaşım yepyeni bir tanımı doğurdu: Aşı Milliyetçiliği. Aşı milliyetçiliği, Batılı ülkelerin aşıyla alakalı tüm bileşenlerini biriktirmesi, kaynakların paylaşımının reddedilmesi olarak tanımlanıyor. Türkiye aynı süreçte kendi ürettiği aşının tüm bilgilerini paylaşmayı vadetmiş ve milyonlarca dozu da dar gelirli ülkelere bağışlamıştı. Türkiye’nin hamleleri sonrası Batı ülkeleri, Afrika’ya aşı bağışında bulunsalar da milyonlarca dozun kullanım süresinin dolduğu çok geçmeden farkedilmişti. Batı, aç gözlülükle doldurduğu depolardaki aşılardan, ancak süresi dolanları bağışlamayı göze almıştı. Tüm ülkelerin kabuğuna çekildiği salgın vakitlerinde Türkiye, Sağlık Bakanlığı öncülüğünde öncülüğünde 160 ülke ve 14 uluslararası kuruluşun salgınla mücadelesine tıbbi donanım ve aynî yardımlarla destek verdi. Bu da Batı ile Türkiye arasındaki farkı göstermiş olsun.

Salgın süresince hayatta kalmanın ancak aşıya bağlı olduğuna inanıldığı vakitlerde korkunç bir hırsla aşıya sarılan ve bunu paylaşmayan Batı, 2 yıl sonra tahıl krizi çıktığında yine bölüşmek yerine türlü oyunlarla kendi geleceğini garanti altına almaya çalışıyor. Savaş nedeniyle enerji krizi içinde olan Batı, eğer imkânı olsa dünyanın kalan ülkelerinin petrol ve gaz yataklarını borularla direkt kendisine bağlayacak ama yapamadığı için bu kışı biraz zor geçirecekler.

Yüzlerce yıl boyunca milyonlarca Afrikalının alın terini çalan, köleleştiren, katleden Batı, tüm zayıf kalan/bırakılan ülkeleri de sömürge haline getirmişti. Afrika’dan, Asya’dan, Ortadoğu’dan güçle, şiddetle, hile ve dalavereyle çalınan zenginlikler üzerine bir medeniyet inşa eden Batı, son yıllarda insan hakları atakları yapıyor olsa da ilk fırsatta ilkel kodlarına dönmekte tereddüt etmiyordu. Ukrayna-Rusya savaşı çıktığı ilk günlerde Batı’ya kaçan milyonlara bağrını açan Batı, Afrikalı yahut Suriyeli göçmenleri ölüme terk etmekte bir beis görmüyor ve hatta Ukraynalıları kabul ederken bile ten rengine göre eleme yapıyordu. Batı’nın ileri kolu olan pek çok ABD üssüyle de doğu bloku ile arasına devasa duvarlar ören Yunanistan’ın, göçmenlere uyguladığı sistematik şiddet ve zulüm Batı’nın onayı ve finansal desteğiyle gerçekleşiyordu.

Aşı milliyetçiliğinden tahıl milliyetçiliği aşamasına geçen Batı’nın varlığına halel gelmemesi için yapmayacağı şey yok. Milyonlarca Suriyeliye kapısını açan, Katar’ı işgalden kurtaran, Libya’da Azerbaycan’da işgalleri sonlandıran, salgında neyi varsa dünyayla paylaşan, tahıl koridorunu inşa eden, barış ödüllerine, nişanlara layık görülmesi gereken Recep Tayyip Erdoğan’ın gayretlerini görmeyip onu öcüleştiren küresel güçler; emperyalizmin, acımasızlığın, sömürünün, kurgulanmış karmaşanın, planlanmış ihanetlerin merkezi olan İngiliz monarşisinin 70 yıllık sembol ismi Kraliçesi 2. Elizabeth için taziye yarışına girmiş durumdalar. Manşetler, son dakikalar gözyaşlarıyla aksın dursun. Sorulsun bakalım dünyanın yanık tenlilerine, garip gurebaya, ötekileştirilenlere. Bakalım ne cevap alacaklar?