Tad almak, lezzet almak...
Ortalama ömrü 72 yıl olan insanoğlu bu sürenin yaklaşık 40 bin saatini yemek yiyerek geçirir. Deneyimsiz ve özensiz kişiler damak tadı bilmeden, yediklerinin lezzetini almadan, üstelik zaman ve heves harcayarak yerler. Karşılarına çıkan her şeyi seçmeden, kendilerini yemenin hazzına kaptırmadan, içgüdülerle ölüme fazla yakın gördükleri yemeği karın doyurma kabul ederek tıkınırcasına yerler.
Halbuki tad almak ustalık ve istek işidir. İnsan tad almaya çalışmazsa bunu öğrenemez. Ağzına aldığı iri lokmayı çiğnemeden yutan, yediğinin lezzetini tabii ki alamaz. Aksine sakin bir ortamda, hoş dizayn edilmiş yemeğin kokusunu içine çekerek ufak parça halinde damağında, dudağında ve diş etinde hissederek, iyice çiğneyerek yemelidir. Yerken de o yemekte emeği geçenlere teşekkür edip, nimeti veren ve bize nasip eden Rabbimize şükretmek gerekir.
Besin kütlesini dişlerden ve yanağının içinden yavaşça çiğneyerek dilinin üzerinde eritmelidir. Tabi hoş bir ortam olmalı, yüzler gülmeli, sofrada sevdiklerimiz bulunmalı ve neşeli konulardan söz etmelidir. Yemek yemek duyuların keyfidir ve duyular da uyarılmak ister; ihmal edilirse vücutta gevşek gevşek sarkan kullanılmamış adaleler gibi ve yaşatılmadığında suskunlaşıp boğulan duygular gibi körelirler. Kullanılmayıp körelen her duygu ise beyni biraz daha harap eder.
Bu yüzden geçmişteki filozoflar bilgece sohbetlerini sofra başında yaparlardı. Tad almanın beyni, düşünmeyi canlandırdığını ifade ederlerdi. Günümüzde hazır gıdalar, fast food beslenme tarzı, mikrodalga ısıtıcıları ve konserve yemekler ne yazık ki gitgide bu güzel geleneği yok etmektedir.
Lezzet almanın sırrına ermek gerekir. Bunu için de yemeğe zaman ayırmalı ve nimetin kutsallığına inanmalıdır. Görünüşe bakılırsa günümüz Türkleri tad almanın insan olmanın bir parçası olduğunu pek anlamamış gibidirler. Çoğu sofrada çocuklarımızı hala yemeğin tadını çıkararak yemeye değil de yiyip bitirmek üzere eğitiyoruz. Halbuki çocukların kendi damak zevkini yok eden kişi, onların bireyselliklerinden bir parçayı da ellerinden almış olur. En azından bunu yapmaya çalışır ve tad alma zevkini onlardan esirger. Tad alamamanın da ruhsal bozukluklara zemin hazırlayacağı bir gerçektir.
Bir hastam öğrenim gördüğü yatılı okulda hiç mi hiç sevmediği bir sebze yemeğinden bol ve sık yedirildiğini ifade etmişti. Üstelik bu eğitim stratejisi olarak yapılmıştı. " Çiğne ye yut, çiğne ye yut" denilmişti. Bu genç kız bu anlamsız ve düşüncesiz terane ile yetişmişti. Bu yüzden yemekle mutluluğun ilişkili olduğunu uzun süre hayal edememişti. Ama zeki biri olduğu için günün birinde yemek yemenin ne kadar zevkli ve eğlenceli olabileceğini kavrayabilmişti. Ancak yenilerde yemenin tadına vardığını söylüyordu.
Tad alma organlarımız dil, yumuşak damak ve gırtlak kapağının mukozasında bulunan tad tomurcuklarındaki tad hücreleridir. İlk kez 1860 yılında keşfedildiler. İnsan 2 ila 5 bin tad tomurcuğuna sahipken tavşanlarla köpeklerde yaklaşık 10 ila 30 bin vardır. Bazı balıklarda sadece ağız bölgesine odaklanmış değil bazen bütün vücuda da yayılmış olarak 100 binin üzerindedir.
Tad alma organımız dil gibi görünse de aslında 10 milyon duyu hücresi ile burnumuzdur. Dilimiz dört tad arasında ayrım yapabilir: Ekşi, tatlı, tuzlu ve acı.
Uyarıya duyarlı olan koku hücreleri üst burun bölgesinin mukozasına gömülüdür. Çıkıntıları demetler halinde bir araya gelir ve etmoid kemik plakasından kafatasının içine kadar koku iplikleri olarak uzanır. Koku ince bir duyudur ve biz insanların yaklaşık 10 bin farklı kokuyu algılayabildiğimiz, algılayabileceğimiz tahmin ediliyor.
Bu yüzden tad dil ile olsa da lezzet dil ve koku birlikteliği ile olur. Lezzet alma koku meselesidir. Ne kadar iyi koku alırsak o kadar yediğimizin lezzetini hissederiz. Yemek için parfümlenip sofraya oturan kişi yemeğin nefis kokusunu alamadığından yeterince lezzet almaz. Koku duyusu bozulan kişi yemeklerin tadına varamaz.
Tad alma günümüzde yapay aromalarla manipüle ediliyor. Gençler bir tadı tad olarak algılamak için on yıl öncesine göre bugün yirmi kat daha yoğun uyarılara ihtiyaç duyuyorlar. Birçok çocuk günümüzde taze meyve ve sebze yerine konservelerini yiyerek büyüyor. Doğallığı bozulan tad, onlara daha aşina geliyor.