Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2429.61
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Ağustos 2021

Tabiat ve kendini gerçekleştirme

İnsanlık, olağanüstü bir ekolojik sistem içinde yaşamaktadır. Yeryüzü, atmosfer, güneş ve canlılar dünyası içinde ve sayesinde nefes alıyor, koşuyor, yürüyor, enerji alıyor ve canlı kalabiliyoruz. Bitkiler fotosentez yaptıkça, biz de nefes alıyoruz. Her sabah güneş ışığıyla hayata merhaba demek, günümüzün ve gündüzümüzün ışık ve aydınlık içinde olmasını sağlamaktadır. Güneş, hayatımızı sürekli olarak bir ışık okyanusu içinde yaşamamızı sağlayan olağanüstülüğe sahiptir. Toprak içinde sayısız ağacın, bitkinin ve çiçeğin yeşermesini sağlayan olağanüstü kaynaklarla doludur. En olağanüstü şey, içinde yaşadığımız tabiattır. Çoğu zaman içinde yaşadığımız ekolojik sistemin büyüsünü ve büyüleyiciliğini unutuyor, tabiata çok sıradan yaklaşıyoruz. Tabiat sıradan değildir. İnsan olarak gelişmenin en önemli koşulu, tabiatın sıradan olmadığının sürekli idrakinde olmaktır.

İnsan bilgeliğinin temeli, insanın kendisini bilmesidir. Kendini bilmeyen insan; kibir, gurur, hırs, saldırganlık, tamah, haset ve daha birçok ahlaki kötülüğün esiri haline gelmektedir. Kendini bilmenin yolu, tabiatın öğrencisi olmaktan geçmektedir. Tabiattan öğrenmeyen insanlar, kendilerini bilemezler ve olgunlaşamazlar. Tabiat yürüyüşlerini birlikte yaptığımız Dr. Besim Şeref Ülker, ormanda yürüdükçe, dağlara tırmandıkça, kertenkeleleri, kurbağaları, kaplumbağaları gördükçe, kibir ve gurur duygularının gereksizliğini, kendini dev aynasında görmenin sefilliğini, insan olarak tabiatın bir parçası olmanın olgunluğunu idrak ettiğini söylemişti. Besim Şeref hoca haklıydı. Tabiat bizi olgunlaştırmakta, eğitmekte ve öğretmektedir. Mütevaziliği, barışı, özgürlüğü, adaleti, sadeliği, sevgiyi ve sahiciliği öğreneceğimiz en büyük öğretmen, tabiattır. Tabiata bakmak, tabiatın içinde onun bir parçası olduğunu bilmek, taibata kulak kabartmak ve tabiatı dinlemek en verimli ve etkileyici öğrenme tecrübesidir.

Felsefe, bilim, maneviyat, sanat, edebiyat ve ahlak hep tabiattan öğrendiğimiz insani tecrübe alanlarıdır. Tabiatı tecrübe ettikçe ruhumuz ve aklımız, zihnimiz ve kalbimiz, müziğin, şiirin, bilimin, bilginin ve bilgeliğin sonsuz alemlerine açılmaktadır. Tabiat içinde tabiatın bir parçası olarak sahici bir hayatın olmadığı bir yerde estetik, mimari, şiir, felsefe, sanat ve edebiyattan söz edilemez. İnsan, sahici anlamda tabiatta ve tabiatın bir parçası olma bilinciyle yaşadığı zaman sahici anlamda müzik, sanat, şiir, bilim, edebiyat ve mimari alanlarında yapıtlar ortaya koymaktadır. Felsefeyi, bilimi, müziği, ahlakı, eğitimi, öğrenmeyi, edebiyatı gerçekten yaşamak için Ataol Behramoğlu’nun dizelerinde ifade ettiği gibi tabiatın türküsünü söylemek lazımdır: “Dağların ve nehirlerin/ Türküsünü söylemek istiyorum/ Büyük gökyüzünün ve kırların./ Mavi çiçeğin türküsünü söylemek istiyorum/ Umudun ve sevdanın.”

Günümüzün nerdeyse bütün kötülüklerinin temelinde insanlığın kendisini tabiatın efendisi ve hakimi olarak görmesi şeklindeki sapkın düşünce vardır. Kendisini tabiatın efendisi ve hakimi olarak görmek demek, insanların tabiatta var olan canlı cansız her şeyi istediği gibi kullanması, sömürmesi ve istismar etmesi demektir. Dünyanın bizim sayemizde döndüğünü ve tabiatın bizim sayemizde varlığını devam ettirdiğini sanmak, insanlığın en büyük yanılgısı ve yanılsamasıdır. İnsanoğlu, tabiatın efendisi ve hakimi değildir. Tabiat, bizim sayemizde var olmadığı gibi, dünya da bizim sayemizde dönmemektedir. Kendimizi tabiatın sahibi, efendisi ve hakimi olarak görmek yerine kendimizi tabiat ailesinin değerli bir üyesi olarak görmeyi öğrenmeliyiz. Albert Einstein şöyle demektedir: “Tabiatta gördüğüm şey, bizim hep eksik olarak anladığımız büyük düzendir. Sorumlu bir kişi olarak tabiattaki büyük düzene alçakgönüllülükle yaklaşmalıyız. Varlığımızı ve tabiatı kavrama konusunda mütevazi olmayı tercih ediyorum.” Tabiat ailesinin bir üyesi olarak hayata ve canlılara karşı mütevazi olmayı öğrenmeli ve onlara karşı sorumluluk içinde yaşama olgunluğuna ulaşmak için sürekli olarak kendimizi geliştirmeliyiz.

İnsan olarak olgunlaşmak için, tabiatın ve dünyanın olağanüstülüğünün farkında olmak ve bu olağanüstülüğü tecrübe etmek lazımdır. Bob Thiele ve George David Weiss tarafından yazılan ve Louis Daniel Armstrong, seslendirilen “Ne Harika bir Dünya!” isimli şarkıyı sahiden dinlemeliyiz:

“Yeşil ağaçlar görüyorum/ Ve kırmızı güller de (görüyorum)/ Çiçek açmalarını görüyorum/ Benim ve senin için/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Mavi gökler görüyorum/ Ve de beyaz bulutlar (görüyorum)/ Aydınlık kutsanmış gün/ Karanlık kutsal gece/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Gökkuşağının renkleri/ Gökte çok hoş (duruyor)/ Ayrıca yoldan geçen insanların/ Yüzleri de (çok hoş duruyor)/ El sıkışan arkadaşlar görüyorum/ "Nasılsın?" diyorlar/ Onlar aslında şunu söylüyor/ "Seni seviyorum"/ Bebeklerin ağlayışını duyuyorum/ Büyümelerini izliyorum/ Benim hiç bilemeyeceklerimin/ Çok dahasını öğrenecekler/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Evet, kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"