Tabiat ve kendini gerçekleştirme
İnsanlık, olağanüstü
bir ekolojik sistem içinde yaşamaktadır. Yeryüzü, atmosfer, güneş ve canlılar
dünyası içinde ve sayesinde nefes alıyor, koşuyor, yürüyor, enerji alıyor ve canlı
kalabiliyoruz. Bitkiler fotosentez yaptıkça, biz de nefes alıyoruz. Her sabah
güneş ışığıyla hayata merhaba demek, günümüzün ve gündüzümüzün ışık ve aydınlık
içinde olmasını sağlamaktadır. Güneş, hayatımızı sürekli olarak bir ışık
okyanusu içinde yaşamamızı sağlayan olağanüstülüğe sahiptir. Toprak içinde
sayısız ağacın, bitkinin ve çiçeğin yeşermesini sağlayan olağanüstü kaynaklarla
doludur. En olağanüstü şey, içinde yaşadığımız tabiattır. Çoğu zaman içinde
yaşadığımız ekolojik sistemin büyüsünü ve büyüleyiciliğini unutuyor, tabiata çok
sıradan yaklaşıyoruz. Tabiat sıradan değildir. İnsan olarak gelişmenin en
önemli koşulu, tabiatın sıradan olmadığının sürekli idrakinde olmaktır.
İnsan
bilgeliğinin temeli, insanın kendisini bilmesidir. Kendini bilmeyen insan; kibir,
gurur, hırs, saldırganlık, tamah, haset ve daha birçok ahlaki kötülüğün esiri
haline gelmektedir. Kendini bilmenin yolu, tabiatın öğrencisi olmaktan
geçmektedir. Tabiattan öğrenmeyen insanlar, kendilerini bilemezler ve olgunlaşamazlar.
Tabiat yürüyüşlerini birlikte yaptığımız Dr. Besim Şeref Ülker, ormanda
yürüdükçe, dağlara tırmandıkça, kertenkeleleri, kurbağaları, kaplumbağaları
gördükçe, kibir ve gurur duygularının gereksizliğini, kendini dev aynasında
görmenin sefilliğini, insan olarak tabiatın bir parçası olmanın olgunluğunu idrak
ettiğini söylemişti. Besim Şeref hoca haklıydı. Tabiat bizi olgunlaştırmakta,
eğitmekte ve öğretmektedir. Mütevaziliği, barışı, özgürlüğü, adaleti, sadeliği,
sevgiyi ve sahiciliği öğreneceğimiz en büyük öğretmen, tabiattır. Tabiata
bakmak, tabiatın içinde onun bir parçası olduğunu bilmek, taibata kulak
kabartmak ve tabiatı dinlemek en verimli ve etkileyici öğrenme tecrübesidir.
Felsefe,
bilim, maneviyat, sanat, edebiyat ve ahlak hep tabiattan öğrendiğimiz insani
tecrübe alanlarıdır. Tabiatı tecrübe ettikçe ruhumuz ve aklımız, zihnimiz ve
kalbimiz, müziğin, şiirin, bilimin, bilginin ve bilgeliğin sonsuz alemlerine açılmaktadır.
Tabiat içinde tabiatın bir parçası olarak sahici bir hayatın olmadığı bir yerde
estetik, mimari, şiir, felsefe, sanat ve edebiyattan söz edilemez. İnsan,
sahici anlamda tabiatta ve tabiatın bir parçası olma bilinciyle yaşadığı zaman
sahici anlamda müzik, sanat, şiir, bilim, edebiyat ve mimari alanlarında yapıtlar
ortaya koymaktadır. Felsefeyi, bilimi, müziği, ahlakı, eğitimi, öğrenmeyi,
edebiyatı gerçekten yaşamak için Ataol Behramoğlu’nun dizelerinde ifade ettiği
gibi tabiatın türküsünü söylemek lazımdır: “Dağların ve nehirlerin/ Türküsünü
söylemek istiyorum/ Büyük gökyüzünün ve kırların./ Mavi çiçeğin türküsünü
söylemek istiyorum/ Umudun ve sevdanın.”
Günümüzün nerdeyse
bütün kötülüklerinin temelinde insanlığın kendisini tabiatın efendisi ve hakimi
olarak görmesi şeklindeki sapkın düşünce vardır. Kendisini tabiatın efendisi ve
hakimi olarak görmek demek, insanların tabiatta var olan canlı cansız her şeyi
istediği gibi kullanması, sömürmesi ve istismar etmesi demektir. Dünyanın bizim
sayemizde döndüğünü ve tabiatın bizim sayemizde varlığını devam ettirdiğini sanmak,
insanlığın en büyük yanılgısı ve yanılsamasıdır. İnsanoğlu, tabiatın efendisi
ve hakimi değildir. Tabiat, bizim sayemizde var olmadığı gibi, dünya da bizim
sayemizde dönmemektedir. Kendimizi tabiatın sahibi, efendisi ve hakimi olarak
görmek yerine kendimizi tabiat ailesinin değerli bir üyesi olarak görmeyi
öğrenmeliyiz. Albert Einstein şöyle demektedir: “Tabiatta gördüğüm şey, bizim
hep eksik olarak anladığımız büyük düzendir. Sorumlu bir kişi olarak tabiattaki
büyük düzene alçakgönüllülükle yaklaşmalıyız. Varlığımızı ve tabiatı kavrama
konusunda mütevazi olmayı tercih ediyorum.” Tabiat ailesinin bir üyesi olarak hayata
ve canlılara karşı mütevazi olmayı öğrenmeli ve onlara karşı sorumluluk içinde
yaşama olgunluğuna ulaşmak için sürekli olarak kendimizi geliştirmeliyiz.
İnsan olarak
olgunlaşmak için, tabiatın ve dünyanın olağanüstülüğünün farkında olmak ve bu
olağanüstülüğü tecrübe etmek lazımdır. Bob Thiele ve George David Weiss
tarafından yazılan ve Louis Daniel Armstrong, seslendirilen “Ne Harika bir
Dünya!” isimli şarkıyı sahiden dinlemeliyiz:
“Yeşil ağaçlar görüyorum/ Ve kırmızı güller de (görüyorum)/ Çiçek açmalarını görüyorum/ Benim ve senin için/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Mavi gökler görüyorum/ Ve de beyaz bulutlar (görüyorum)/ Aydınlık kutsanmış gün/ Karanlık kutsal gece/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Gökkuşağının renkleri/ Gökte çok hoş (duruyor)/ Ayrıca yoldan geçen insanların/ Yüzleri de (çok hoş duruyor)/ El sıkışan arkadaşlar görüyorum/ "Nasılsın?" diyorlar/ Onlar aslında şunu söylüyor/ "Seni seviyorum"/ Bebeklerin ağlayışını duyuyorum/ Büyümelerini izliyorum/ Benim hiç bilemeyeceklerimin/ Çok dahasını öğrenecekler/ Ve kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"/ Evet, kendi kendime düşünüyorum/ "Ne harika bir dünya!"