Tabela Partisi ile… Gülmek yok, yola devam!
Bir süre önce, sosyal medya üzerinden “Tabela Partisi”ni kurduk ya…
Ve partimiz, kısa zamanda gündemde hayli geniş yer buldu,
ilgi odağı oldu ya…
Partili, partisiz nice vatandaş soruyor:
“Abi, ciddi misin,
yoksa dalga mı geçiyorsun!”
İsmi “Tabela Partisi”
olunca “boş beleş” bir şeymiş gibi
geliyor.
Acaba öyle mi?
Bu yaştan sonra, hayatı tamamen dalgaya alır mıyız?
Bunca tecrübeden sonra “boş
işlerin” peşinden koşar mıyız?
“Gerçekten” Tabela
Partisi niteliğinde olan bazı partilerin yaptığı gibi, “Kemal Kılıçdaroğlu benzeri birinin masasına oturalım, CHP’nin
sırtından 5, 10, 20… Ne kadar olursa milletvekilliği kopartalım” diye düşünür müyüz?
Birilerinin sırtına binmeyi, hele hele yıllar yılı mücadele
ettiklerimizin sırtına binmeyi…
Onları masada “taklaya”
getirerek, “malı götürmeyi” kendimize yakıştırır mıyız?
Elbette, olmaz.
Peki nereden çıktı bu “Tabela
Partisi” fikri?
Öncelikle, hiçbir pazarlığın parçası olmamış, dünyevi
menfaat için kimseye şirinlik yapmamış, hata yaptığında pekâlâ özrünü
dilemesini bilmiş…
Hataları tekrarlamamak için “kalp” sağlığına önem vermeye
çalışmış…
Nefsini, makam-şöhret-beğenilme arzusu gibi “zararlı” unsurlardan temizlemek için
gayret sarf etmiş…
Bunlarda da –şükürler olsun- mesafe almış bir vatan evlâdı
olarak, bir “beyaz tabela” ile yola çıkayım dedim…
“Tabelanın içini bizi
seven, sayanlarla hep birlikte doldururuz!” dedim.
Peki mevcut partiler varken, niçin bir başka partiye ihtiyaç
duydum?
Baktım ki, bizi seven sayanların çoğunun destek verdikleri,
oy verdikleri partilere dair endişeleri var...
Oylar genellikle, “Aman
güç karşı tarafta olmasın, memleket karşı tarafın elinde durmasın” diye
veriliyor...
Kahir ekseriyetin büyük itirazları var ama yönetimde “karşı tarafın” olması halinde işlerin
iyice kötüye gideceğine inanıyor...
Gençlerin kahir ekseriyeti ise, neye inanacağını şaşırmış
durumda…
Ve hatta “suskunluk
sarmalı”na girmiş durumda.
Biz de bu durumda…
“Sizi en iyi biz anlarız” diyerek çıktık yola.
Genci yaşlısı, erkeği kadını…
Evlisi, bekârı, boşanmışı…
Ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm olmuşu…
Kiracıyla, ev sahibiyle gırtlak gırtlağa gelmişi…
Yakınları sokak köpekleri tarafından parçalanırken, derdini
kimseye anlatamamışı…
Çatır çatır
aşılanmanın sıkıntısını kalbinde, ciğerinde hissedeni…
Kimlik siyasetinden bıkmışı, “kıymet siyaseti”nden ümidini kesmişi…
“Neler oluyor
arkadaş?” diye sora sora…
Sormaktan vazgeçmişi…
Velhasılı…
Dertli mi, dertlisi…
Biz buradayız gayri!..
Dert dinlemek, uzun yıllardır icra ettiğimiz faaliyet zaten.
Bu faaliyeti, ileride bambaşka bir “yere” gelmeye namzet bir “sosyal medya partisi”yle iyice ete kemiğe büründürsek, iyi değil mi?
Memnun olan bize gelmez, bir ele yağda bir eli balda olanın
bizimle işi ne..
Şükürler olsun;
Nerede bir dertli var, bizimle!..
Biz de, kendimizi bildik bileli, bizim gibi yaşasın yaşamasın herkesle sohbet
etmeye, nabız tutmaya çalışan bir vatandaşız.
Gazeteci olacağımızı taaa ilk çocukluk yıllarımızda
söylerlerdi, Rabbim nasip etti olduk.
Bizim mesleğin olmazsa olmazı, sizi takip eden, okuyan,
izleyen insanlarla birebir iletişim kurmaktır.
Yazışmak yetmez, mümkün olduğunca fazla kişiyle yüzyüze
konuşmanız, çoklarının “faydasız külfet” olarak gördüğü bu faaliyete ciddi
enerji ve vakit ayırmanız şarttır.
Bunu yapmazsanız, salon gazetecisi olursunuz.
Besleme gazeteci olursunuz.
“Birileri malzeme
göndersin, televizyondan okuyayım, yerimi koruyayım!” gazetecisi olursunuz.
Birilerinin gözüne girmek için kırk takla atan “menfaat gazetecisi” olursunuz.
Mesele, dünyevi beklentinizin olmadığı-olmayacağı insanlarla
oturup konuşabilmekte…
Bunu yaptığınızda, ilk görüşmelerde size kapalı tutulan
diller ve yürekler açıldıkça açılıyor.
Vatandaşın ne düşündüğünü, ne istediğini, nelerden endişe
ettiğini, nelere tepkili olduğunu, söylemek istediklerinin ne kadarını
söyleyebildiğini, neleri niçin
söylemediğini…
Bazı durumlarda niçin kulağının üzerine yattığını…
Hepsini, ilaçlı MR
çekimi netliğinde görüyorsunuz…
Bu da, işte size “her
seçim sonucunu” neredeyse yüzde yüz isabetle tahmin etme, yazınızda
konuşmanızla bir hata yapmışsanız “geri
beslemeler” sayesinde hemen dönebilme imkânını sağlıyor.
Ben bundan çok istifade ediyorum.
Daha önce kızgınlıkla baktığım insanların aslında hiç de
kızılmayı hak etmediklerini görüyorum.
İnsanları zihnimde peşinen yargılamaktansa, dinlemeye
anlamaya çalışıyorum.
Bu sayede nice arkadaşlıklar edindim.
Onlar benden dünyevi bir talepte bulunmuyor, ben de onlardan.
Dertleşiyoruz sadece.
Bu “menfaat dünyası”nda
güzel bir ilişki modeli değil mi?
Biz böyle yapa yapa…
Kalbimizi eğitmeye çalışa çalışa…
Vatandaşın,
düşüncelerini özgürce ifade edebileceği, çekinmeden dert dökebileceği bir “çatıya”
ihtiyaç duyduğunu iyice anladık.
Para pul ilişkilerine, dünyevi menfaat ilişkilerine
girmemiş, girmeyecek olan…
Seçmen dahil, kimseye şirin görünmek gibi bir derdi
bulunmayan...
Kimseye iftira atmayacak, hata yaptığında hemen özür
dileyecek, hataları tekrarlamamak için elinden geleni yapacak…
Sosyal medyada adım adım teşkilâtlanacak ve gelişmelere hep,
“Mevlâ
görelim neyler, neylerse güzel eyler!” diye bakacak…
Milli meselelerde hep milletinin yanında olacak…
Aileyi dinamitleyen kişi ve kanunlara karşı çıkacak…
Ahlâki erozyonla mücadele edenlere tam destek verecek…
Derdi olanı dinleyecek ve talepleri gerekli ortamlarda dile
getirecek…
Ve günün birinde de…
Belki de…
“Şakaydı gerçek
oldu!” dedirtecek bir yapı…
Bunları okudukça gülesiniz geliyordur herhalde.
Sakıncası yok, benimle dalga geçebilirsiniz…
Gülebilirsiniz…
Benden alacağınız cevap bellidir:
#TabelaPartisi ile…
“Gülmek yok yola
devam!”