Dolar (USD)
34.60
Euro (EUR)
36.30
Gram Altın
2984.91
BIST 100
9652.36
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
31 Aralık 2018

Sykes-Picot''tan günümüze

Tarihler 1909 yılını gösterdiğinde İngilizler, Osmanlı’yı Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit ederek bölgede etkin olmaya çalışan Mekke Şerifi Hüseyin ile irtibat kurdular. Hüseyin’in etkinliği kullanılarak Arap aşiretleri ayaklandırmak adına önemli çalışmalar yürütüldü. Bu görüşmelerin içeriğine göre; Şerif Hüseyin’den Lübnan bölgesi hariç, Arap Yarımadası, bugünkü Irak ve Suriye coğrafyasını da kapsayacak bir devlet kurması isteniyordu. 1915 yılında ‘olgunluğa’ ulaşan görüşmelerden Fransa’da bilgilendiriliyor ve bir mutabakat sağlanıyordu. 1916 yılında Osmanlı kuvvetleri Kutü’l Amare’de İngiliz kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratınca İngiltere ve Fransa daha önce vardıkları mutabakatı gizli bir anlaşmaya çevirdiler.

Rusya’nın da onayı ile İngiltere ve Fransa arasında sağlanan anlaşma... Osmanlı İmparatorluğu'nun Ortadoğu topraklarının paylaşımını içeren Sykes-Picot...

Batılı güçler tarafından masa başında cetvellerle belirlenen, eksik de olsa başarıyla uygulanan anlaşma aynı zamanda “böl/parçala-yönet” taktiğinin de hayata geçirilmiş örneklerinden birisi... Müslüman Dünyasını, milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik gibi ayırıcı kavramları körükleyecek şekilde sınırlarla dizayn etme hamlesi...

Günümüz gelişmelerini daha doğru anlayabilmek için bu anlaşmayı hatırlamakta fayda olacağı kanaatindeyim. Zira; yüz yıldır bölgede süregelen istikrarsızlıkların temelinde bu ve benzeri hizip arayışları, anlaşmalar olduğu gibi bölgeyi daha fazla istikrarsızlaştıracak olası ‘mezhep savaşları’ gibi hedeflenen yeni olaylarında temelinde de bu tarihi olaylar etkendir.

ABD kısa süre öncesinde Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın eliyle bölge ülkeleri üzerinde yeni bir hegemonya kurmuş ve bölgeyi başta İsrail’in güvenliği ve bekasının garantisi olmak üzere dilediği istikamette daha etkin şekilde yönlendirmeye başlamıştır. Son olarak ‘Suriye’den çekilme’ kararını da bu bağlamda okumakta fayda var. Öncelikle ABD’nin bölgeden tamamen çekileceğini düşünmek bir saflık olur. Yüzyıldır planlanan “Kuzey Koridoru” hayalinden üstelik milyarlarca dolar yatırım yaptıktan sonra vazgeçip gideceklerini beklemek bir hayalden ibarettir. Her ne kadar Trump bir iş adamı olarak olayın maddi külfetinden de kurtulmak istiyor algısı olsada mevzu bu kadar basit okunmamalıdır. ABD, kendi kurduğu DEAŞ bahanesi ile besleyip büyüttüğü ve bugün Suriye’nin yaklaşık üçte birinde etkin olan vekil terör örgütü PKK/YPG’yi bölgesel ortaklarına emanet etmiştir. Diğer taraftan ise bölgenin yeniden yapılandırılması için gereken maddi desteği Körfez ülkelerinden büyük ölçüde temin etmiş gözüküyor.

Geriye ise iki madde kalıyor. Birincisi; bölgede üstünlüğü Rusya’ya ve beraberinde İran’a bırakmamak. Diğer konu ise Hilaryy Clinton döneminde zirve yapan Suriye rejimine yönelik düşmanlık.

Peki bu konular nasıl çözümlenebilir?

Rusya’nın etkinliğinin artmaması adına Rusya ile bir pazarlık yaşanmış mıdır? Mesela İsrail’in güvenliği için çok önemli olan Golan tepeleri sınırlarına rejim güçleri yerine kısa süre önce Rus kuvvetlerin konuşlanmış olması bir tesadüf müdür? İdlib bahaneli çekişmenin unutulmuş/ötelenmiş olması Lazkiye üssünün güvenliği ile ilgili olabilir mi? Esad ile ilgili yaşanan yumuşama politikası eğer varsa bu pazarlığın parçası mıdır? Rusya’nın son olarak Cumartesi günü yapılan görüşme dahil ABD’nin vekil terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG hakkında terör örgütü ifadesini asla kullanmamasının nedeni nedir? Rusya’nın ABD’nin İran ambargolarına karşı yüksek perdeden ses çıkarmamasında petrol ve doğalgaz piyasasında artan payı dışında bir sebep var mı? Ve son olarak ABD’nin “Küre İttifakı” ile ortak olduğu Arap ülkeleri Beşar Esad’ı kısa süre içerisinde bağrına basabilir tekrar Arap Birliği’ne alabilir mi?

Bu soruların cevapları kısa süre içerisinde tek tek ortaya çıkacak. Ancak unutmamamız gereken şu ki; ne batılı güçlerin gizli planları ve hedefleri biter ne de bölgede Şerif Hüseyin olmaya gönüllü piyonlar! Daima uyanık olmalıyız ve ortaklıklardan maksimum faydayı elde etme çabasından vazgeçmeden yeri geldiğinde tereddütsüz şekilde kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz. Tıpkı Fırat Kalkan’ı ve Zeytin Dalı Harekatı’nda olduğu gibi...