Suyun Dönüştürme Gücü
İnsan, fizik kanunlarını bilip mühendislik hesaplamalarını öğrenince suyu hizmetkar etmiş. Gerilimini artırıp hizmetinde kullanmış. Özgürlüğünü engelleyip kendi hürriyeti için kalıplara koymuş. Suyun bu tarz dönüşümü farklı formlarda insanın hizmetine sunulmuştur.
Enerji iken yüksek gerilimde ama en üst seviyede hizmet verir.
Taharet boyutunda iken insanca yaşamaya anlamlı bir yardımcı olur.
Nefaset boyutunda hizmete girince hayatı kurtarır ve uzun yaşamanın yolunu açar.
Lakin gerilimi düştükçe doğallığı ortaya çıkar. Dönüşür, hem de dönüştürür.
Semada güneş ile ittifak ederse en serbest halinde insanları eteklerinin üzerine toplar. O zaman su dönüşen değil dönüştüren olur. Yeryüzünün yaz mevsiminde sahilleri suyun bu haline şahittir. Ülkemizde suyun olduğu her yerde Karadeniz ve Marmara’nın bilhassa Akdeniz ve Ege’nin eteklerine kendilerini bırakıverenler suyun dönüştürme gücünden payını alır.
Akdeniz ve Ege eteklerinde dolaşanlar bir başka kalır suyun etkisinde. Akşamları bir başkadır gündüzleri bambaşka buraların. Hele bir de zeytin yağı girerse devreye değmeyin suyun dönüştürücü etkisine. Bu bölgenin insanlarıyla beraber buraya gelen insanlar da yumuşadıkça yumuşarlar. Sadece güneşin ve suyun etkisinde kalmaz aynı zamanda zeytin yağının da etkisiyle üzerlerinde ne varsa atarlar.
Bu kıyıların akşamlarında bilhassa yaz akşamlarında su insanları öyle bir dönüştürür ki bu senenin günleri bitmeden gelecek senenin günlerinin planlarını yaparlar. Suyun gerilimi neredeyse sıfırdır. Dönüştürdükçe dönüştürür insanı. Gerilim zamanlarının intikamını alır ve dahi hiç çaktırmaz.
İnsanlar yayılırlar bu suların sahil denilen eteklerine. Savana çöllerinde sıcaktan kendinden geçen bütün hayvanların bir arada gevşeyip kardeşcesine sıcak kumların üstüne yayıldıkları gibi. Sonra sıcaktan bağrı yanan ve yürekleri kül olan sürüleri andırırcasına bir vaha görmüş gibi suyun içine kendilerini attıkları gibi bırakırlar kendilerini denizin eteklerine insanlar. Tatlı boğuşmalar ve hayvani tepişmeler bir cümbüş gibi suyun bağrında gerçekleşir.
Ha bu arada suyun içine dalanlar fazla kalamazlar. Ya nefesleri yetmez ya da yürekleri. Üzerine hemen çıkar ve suyun bu gevşek halindeki intikamın acımasızlığını anlarlar sanki. Su bu sakin haliyle de intikamını alır gibidir.
Yıllardır merak edip durdum bu sahillerin neden değişmek istemediğini. Her zaman dolup taştığını. Her geçen gün daha da suya yakınlaştığını. İmkanları olsa suyu yerinden etmek istediklerini. Şimdi anlıyorum suyun dönüştürme gücünü.
Su senelerdir insandan intikamını böyle alıyormuş meğer. Ona dayatılan dönüştürme hallerini onun dayattığı bir yaşam biçimi olarak. Yılın büyük bir zaman diliminde insan suyu gerginleştirip kendine hizmetkar edince bu dönemlerde de su insanı gevşetip intikamını alırmış meğer. Üreten insan tüketimin zirvesine çıkar. Zihni ve bedeni gevşemenin kendisini rahatlatacağını düşünür. Tatil adı altında tembelliğin ve tüketimin ne kadar güzel olduğunu görür. Bir taraftan suyun esaretinin diğer taraftan da tüketimin kemendinin kendisini nasıl sardığını fark etmez. Soyundukça hür olduğunu ve bu hür olmakla daha fazla soyunması gerektiğini düşünür. Denizin eteklerinde dolaştığı gibi şehrin sokaklarında da dolaşmaya başlar. Artık tam bir gevşeme halindedir ve bütün senenin böyle geçmesini ister. İnsanın bu aymazlığına su dahi tahammül etmez. Belli bir dönem sonra hürriyetinden ödün vermeyen su ısısından ödün verir. Kendisini çok kirleten insanların artık dışarı çıkmasını ister. Bir sene boyunca ancak filtre edileceğini düşünür. Ve içindeki insanları üşüterek kibarca dışına atar. Bu haliyle bir özlem oluşturarak başka bir boyutta intikamını alır.
Biliyor musunuz suyun bu gevşeme ritmindeki dönüştürme gücüne karşın insanların zihni yapısının ne olduğu fark etmiyor. Her alandaki en bağnazdan en relaks olanlarına kadar herkes belli bir süre sonra suyun bu ritminde yozlaşır ya da en azında kendileri gibi kalmazlar.
Suyun bu intikam alma formundaki kışkırtıcı ve yozlaştırıcılığını bilenler de var tabi. Onlar ateşler içinde yanmayan Musalar gibi kendilerince sapa sağlam kalırlar. Kalabalıklar içindeki şen yalnızlardır onlar. Su bu relaks ve gerilimsiz haliyle bile onlara hükmedemez. Gecenin karanlığındaki en parlak yıldızlar gibi etraflarını aydınlatırlar. Denizin eteklerine oturunca bilhassa eteklerindeki taşları ve içlerindeki kurtları suyun bu kendinden geçmiş formunun içine dökerler. Su irkilir ve içindekileri de ürkütür. Hatta hiç almadığı bir hali alır ve dalgalanır. Soğuğunu artırır sıcaklığını azaltır. Su bu iç gıcıklayan ve çok az insanın dayanabileceği bu haline bile aldırış etmeyenleri görünce çıldıracak gibi olur.
Zeytin yağı ise tam bir şifahaneleridir. Bedenlere şifa olur. Girdikçe bu bedenlerin içine en kirlenmemiş semtlerde dolaşır gibi hisseder kendini. En bakir kıyılara vurmuş gibi dalgalanarak gezer içeride. Bundadır ki bedenin en ücra köşelerine kadar nüfuz eder ve elinden geldiği kadar içerideki bütün habisatı def eder.
Akdeniz ve Ege sahillerinde meşhurdur su ve zeytin yağı. Biri bedeni dışarıdan rahatlatır diğeri içeriden. Fiziğin ötesine gidip oradaki kanunlara iman edince ve her türlü hesaplamanın sıfıra çıkabileceğini düşününce ne suda öyle aymazca kalmak faydalı olur ne de zeytin yağını her türlü tüketmek bir anlam taşır.
Sahillerdeki suyun ve şişelerdeki yağın en anlamlı şekilde size fayda vermesi dileğimle Akdeniz ve Ege’den esintiler.