Suudi Arabistan Gezisi Önemliydi
Türkiye’nin güney hudutlarından Umman Denizi’ne kadar uzanan coğrafyada bulunan ülkelerin en belirgin özelliği İsrail hariç hepsinin halklarının Müslüman olmalarıdır. Bir diğer özelliği ise, bu ülkelerin sınırları milli esaslara dayanmaksızın Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İngilizler tarafından belirlenmiş olmasıdır.
Bilindiği
gibi o tarihlerde Osmanlı Cihan Devleti’ne karşı yürütülen savaşta aşiret
reislerini, şeriflerini ikna ederek tarafına geçirdiler. Akabinde muhtemel
petrol yataklarını dikkate alarak mevcut güncel sınırları çizdiler.
Bu
sebeptendir ki bugün her bir Arap ülkesinin bir diğer ülkeyle sınır sorunu
bulunmaktadır. Hâlbuki bu ülke halkları ortak bir inanca, ortak bir tarihe ve
dile sahipler. Hatta onların kanını ve kaynaklarını sömüren düşman bile
ortaktır.
Doğru teşhis doğru
sonuca götürür.
Bir
hasta doktora gittiğinde önce sorunu doğru teşhis etmeye çalışır. Aslında
sosyal ve siyasal sorunlar için aynı şey geçerlidir. Sorunu doğru teşhis etmek
adına Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ilişki, belirli etkenlerin tesiri
altında oluştuğunu söyleyebiliriz. Kısaca bu etkenleri şu üç başlık altında
toplayabiliriz:
Birincisi, psikolojik
etkenler:
Özellikle Arap Milliyetçileri 16’ncı yüzyıldan 20’nci yüzyılın başlarına kadar
Osmanlı/Türk hâkimiyeti altında yaşadıkları için bir ulus olamadıklarını
belirtirler. Bu iddialarını temellendirmek için de sürekli Batılı
araştırmacıların eserlerini kaynak gösterirler. Hâlbuki Arapların ve Türklerin
birbirlerini ‘’öteki’’ görmelerinin kendilerinin değil, onların kanını akıtan,
kaynaklarını sömüren bölge dışındaki Batılı güçlerin işine yarar.
İkincisi, İsrail
faktörüdür:
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin manda yönetimine terk edilen
Filistin, BM’nin Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihinde aldığı kararla
Araplar ve Yahudiler arasında ikiye bölündü. Türkiye bölünmenin aleyhinde oy
kullansa da İngiltere’nin 14 Mayıs 1948’de Filistin’i terk etmesiyle İsrail
Devleti kuruldu.
O
günün şartlarında Türkiye Sovyet tehdidine karşı Batıyla yakınlaşmak istediği
için İsrail’i 28 Mart 1949’da tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. Tabi bu Arap
halkları arasında Türkiye’ye karşı büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Daha
sonra Türkiye her fırsatta Filistin’in haklı davasını savunsa da acaba ‘’bir
komplo mu kuruluyor?’’ şüphesini yaratmıştı.
Üçüncüsü, dış
etkenler:
Batılı güçler, zengin petrol kaynaklarını sorunsuz almak için devamlı Türk-Arap
ilişkilerini germeye çalışmıştır. Dünya enerji ihtiyacının büyük bir kısmı
petrol ve doğalgazla karşılandığı sürece bu kaynakların kontrolü için buna
devam edeceklerdir.
Teşhisi bu şekilde
koyduktan sonra peki, çözüm nedir?
Çözüm:
Bu ülkelerle diyalog yollarını aramaktır. Bu nedenle
Suudi Arabistan dâhil olmak üzere, Türkiye’nin son zamanlarda bölge ülkeleriyle
yürüttüğü diplomatik ilişkiler de bunu gösteriyor. Bu fikirleri bugün değil,
uzun bir zamandan beri bu köşede hep yazdım.
Üstelik
bunları yazdığım zaman bu ülkelerle karşılıklı sert açıklamalar yapılıyordu.
Demem o ki o gün savunduğum fikirlerin bugün hayatta geçtiğini büyük bir
memnuniyetle izliyorum. Bu duygu ve düşüncelerle herkesin Ramazan Bayramı’nı
tebrik eder bölgemize ve tüm dünyaya barışın hâkim olmasını dilerim.