Susun, Mehmedim konuşuyor!
Yüreğimiz yanıyor, hem de en derin yerlerinden. Aklımız almıyor insanlığın bu halini. Anlamıyor bizi, aklı gözüne inmiş insan bozması kalabalıklar. Sırtlarını çeviriyor, dindaşımız gibi görünen bağnazlar.
Her gün kınalı kuzularımızın gelen şehadet haberi bir öfke patlaması yapıyor. Sokağa çıkıp ne var ne yok her şeyi yakıp yıkası bir hal oluşuyor. Bir de dönüp bakıyoruz acınacak halimize. Öfkemiz daha da kabarıyor. Konuşulanlar yüreğimizi yaralıyor. Her geçen vakit aklımız iptal hislerimiz hakim olmaya başlıyor bedenimize.
Sonra bakıyorum o ana kuzularına! Ben de olmalıydım yanınızda. Ne ekranda ne de gazete sayfalarında boşboğazlık edip aziz hatıranıza halel getirmemeliyim diyorum. Bu gelgitlerle her türlü konforun içinde kaos ve anarşiye sürüklenecek hal kaplıyor sokağa çıkmaya hazırlanan kitleleri. Tam da düşmanların istediği gibi. Cennet gibi ülkesini senelerdir yanı başımızdaki devam eden yangının içine sürükleyecek gibiyiz. Şuursuzca hareketin şuurlu düşmana yardım hükmüne geçeceğini fark etmeden. Kitlelerin bu öfke ve seline kapılacakken hiç beklemediğimiz bir şey oluyor. Biraz önce naaşını ebedi istirahatgâhına koyduğumuz Mehmedim önümüzü kesiyor. Mazlum ve masum haliyle bakmasına doyamadığım o güzel yüzüyle karşımıza dikiliyor. Sert bir eda ama hikmet dolu yüksek bir sedayla konuşmaya başlıyor. Oradakiler hatta ülkemin meydanlarındaki yüreği yaralı öfkeli insanlar hayret ve hürmetle Mehmedimi dinliyor.
-Ey sokaklara dökülmeye hazırlanan akıllı gibi görünüp akılsızca bir işe kalkışacak olan dedelerim, babalarım, kardeşlerim ve evlatlarım! Bu hale düşesiniz diye mi şehadet şerbetini içtik. Zaten ölüme nişanlanarak buraya geldik. Şimdi düğünümüz var. Size düşen vazife ise daha vakur ve çalışkan durarak vatanımızı her türlü yangınlardan korumaktır.
Görmüyor musunuz etrafınızdaki komşular sokağa döküldüler vatansız kaldılar. Onların halinden de mi ders almazsınız!
Hem kahraman ordu kılıncı ayağına vurdurmaz düşmanına vurur ağlayan alem-i İslam’ı güldürür.
Hepimiz yerimize çivi çakılır gibi çakıldık. Düşmanımızı protesto etmeye giderken o öfkeli kalabalık içinde kendimize olan düşmanlığımızı ve birbirimizden alacağımız intikam hesaplarını sanki Mehmedimiz hissetmişti. Bu halimizden utandık. En muhalifimiz olan kardeşimize sarıldık ve ağlamaya başladık. Şehidimiz beyazlar üzerindeki kırmızılarla ve Davudi sesle konuşmaya devam ediyordu.
— Biz sizin için öldük, siz bizim için yaşamalısınız. En büyük vefanız, birbirinize olan kin ve nefreti söküp atmanızdır içinizden. Allah için, bu güzel vatan için ve insanlık için şehit olduk siz de bunlar için kardeşçe yaşamalısınız.
Dönün hanelerinize. Aziz hatıramıza nasıl sahip çıkacağınızı düşünün. Masum yavrularınıza, geleceği inşa edecek gençlerimize, onları şefkat ve hikmetle terbiye edecek muhterem anneleri olan eşleriniz hanımefendilere selamımızı söyleyin. Birbirinizi daha çok sevin daha az nefret edin ki burada rahat edelim.
Hem biz ölmüyoruz, ölmemişiz ve ölmeyeceğiz. Sizinle bu ülkenin güzel geleceğini inşa edeceğiz. Bu geçici ayrılığa üzülmeyin. Siz de kısa bir süre sonra buraya geleceksiniz.
Sokağa çıkan veya çıkmaya hazırlanan bütün öfkeli kalabalıklar Anadolu’nun semasında ılık bir meltem gibi ruhumuzun en derin yerlerine ve en ücra köşelerine nüfuz eden Mehmedim’in bu konuşmasından çok etkilenmişti. Sadece göz yaşlarını fark etmiştik. Mehmedim konuştukça birbirimize karşı olan o çirkin duygulardan başımız önümüze düşüyor, en kanlı bıçaklı olduğumuz kardeşimizi dahi sarılmak istiyorduk. Başımızı kaldırıp kardeşlerimizi aramak isterken bir daha irkilmiştik. Mehmedimiz beyaz ve kırmızılar arasında yavaş yavaş semaya yükselerek ufkun idrakımızı aşan sınırsızlığı içinde yol almaya başlamıştı bile. Bir şeyler daha söylemek için durdu. Kalabalıkların da nutku tutuldu. Bu sessizlikte kelebeğin kanat çırpıntısı dahi duyulurdu.
— Sakın sakın! Düşmanların oyununa gelmeyin. Birbirinizi Allah için sevin. Şehadetimiz selametiniz, yolculuğumuz huzurlu yaşamanız, ayrılığımız ebedi kavuşmak içindir.
Emanettir size bu güzel vatan ve içindekiler. Kızım Elif, oğlum Ali, eşim Hatice ve babamla annem Hüseyin ve Halime misafirlerinizdir.
Mazlumları korumak için şehit olduk. En büyük mazlumsa bu cennet vatanımızdır.
Tefrikaya düşmeyin. Farklılıklarınız birlikte yaşamak için bir güzellik olsun. Allahım bu güzel ülkemi korusun.
Gidiyorum Elifim Alim Haticem
Gidiyorum canım babam annem
Ağlayışınız bu vatan için olsun
Beni de kınalılar arasına yazın
Biliyorum ne ilkim ne son olacağım
Kardeşliğinizle huzur bulacağım
Sokaklar şenlensin şehadetimle
Gidiyorum ebedi istirahat yerime
Geliyorum beyaz ve kırmızımla ey Nebi
İnsanlık hiç bu kadar perişan değildi
Kınalılar var ya daima temsilcindi
Huzur u pâkini teşrif hayalimizdi
Ey Nebi! İmdat et geride bıraktıklarıma
Kardeşlikleriyle uzar ömrü dünyanın
Vasiyetiniz onlara vasiyetimdir
Yoksa kıyamet çok yakındır
Huzur u kutsine çıktım Ey Rabbim
Yalvarırım şehadetimi kabul eyle
Kınalıların ne ilkiyim ne sonu
Kalanlara rahmet ve inayet eyle
Elveda elveda elveda geride kalanlar
Merhaba merhaba merhaba karşılayanlar
Mehmedimin konuşmaları ruhumuzun rahatı, iki cihan saadetimizin de anahtarları olmuştu. O tebessüm ederek ufukta kaybolurken biz de hüzünle ve nemli gözlerle evlerimize döndük.