Susarak konuşmak
Hâl dilinin tesiri büyüktür. Hâliyle iletişim kuranlar kalbiyle iletişim kuruyor demektir. Sade, samimî bir dildir hâl dili. Şimdi hep hâl diline dönme vakti.
Niçin konuşmuyorsun, demişti. Sevdiğini, sevmediğini
söylemek zor mu? Buna mukabil konuşmak zayıflatır, azaltır, dedi. Eksiltmemek
gerekiyordu. Kelimeleri tasarruflu kullanıyorum, sizin kadar cömert olamıyorum,
diye ekledi. Böylece sürüp giden konuşmaların sonunda bir karara varıldı.
Susmak! Evet, susarak konuşmak. Kalbi yormamak için susmak. Sevgiyi yüceltmek,
çoğaltmak ve derinleştirmek için susmak. Hâl dilini kullanmak ve hemhâl olmakla
yola devam etmek.
Söylemek mi, düşündürmek mi? Göstermek mi, hissettirmek
mi? Çağımız, gösteri çağı. Her şeyin açık edildiği çağ. Sırrın bile kalmadığı.
Sevginin çokça aşikâr olduğu. Yeri ve zamanı gelince elbette açık olmak da
gerekiyor ama susulması gereken yerde susmamak kaybettiriyor. Şimdi herkes her
yerde konuşuyor. Susan, düşünen, az konuşan kenara çekiliyor. İyi de
yapıyorlar. Susmak; sevgiyi, bilgiyi, tecrübeyi korumak oluyor. Nasıldır bu
koruma? Şöyle düşünelim: Pazarda ve sokakta satılan malların satıcıları çokça
bağırır. Kuyumcular çarşısında bir sessizlik vardır. Kütüphanelerde de
sessizlik vardır. Çünkü kitaplar konuşur kütüphanelerde. Biz dileriz,
dinleniriz.
Susmanın ne kadar çok anlam ifade ettiğini
öğrenmeli. Çok konuşarak yoruyoruz birbirimizi. Dinlenmek ve yeniden başlamak
için susmalı. Şöyle diyordu Edip Cansever:
“Yorulduğun zaman
söyle
Susalım, hiç konuşmayalım istersen
Sussak da hiç konuşmasak da sözlerin senin
Açık denizler gibidir zaten elimde
Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren”
Demek oluyor ki
susmak tamir ediyor, şifa oluyor. Aslında tümüyle susmak da değil bu. Taşkın
olmamak, sakinleşmektir bunun adı. Kıyıya çekilmek bazen de. Tenha limanlarda
denizi dinlemek. Dalgalara kulak vermek. Her zaman hayalimizdir sahil
kasabasında yaşamak. Tekneyle açılmak. Deniz kokusunu içimize çekmek. İçimiz deniz
olur böylece. Börtü böceğin sesine kulak vererek tabiata açılmak. Susmak biraz
da kendimizden, insanlardan, kalabalıklardan uzaklaşmaktır. Niçin okuyorsun,
dedi. Cevap çok dikkat çekiciydi. Beni dünyadan uzaklaştırıyor, dedi. Aslında
hayattan kopmak değildi bu. Yılgınlıklar, yorgunluklar, pişmanlıklar onu bu
tercihe zorluyordu.
Bazen
omzumuzda zor taşırız başımızı. Peki, kalbini zor taşıyan var mıdır? Bunu az
düşünmüş değilim. Kalbimizin bize ağır geldiği zamanlar olmuyor değil. İşte bu
durumda susarak, görünmeyerek konuşmak. Konuşmak mesaj göndermekse bunu türlü
türlü yollarla yapabiliriz. İletişim kanallarını azalttık. Yazarak iletişime
geçebiliriz. Yazmak, genişlemektir. Söylenemeyen ne varsa yazarak
aktarılabilir. Kalemin ucu, dilimizin ucu olur. Titiz, hassas ve incelikle
yazmalı. Gönlü yormadan, gönüllere seslenmeli. Sözü yormadan meramı anlatmalı,
anlaşılır olmalı. Laf kalabalığı yapmadan sözü bağlama mahareti göstermeli.
Nokta koymak zordur. Uzatmak sıkıcıdır. Susmak veya dinlemek, daha çok şeyi ifade
edebilir.
Sevmek
de susmaktır. Sevgi, sırdır, kalpte büyür. İncedir, sessizdir, vefa yüklüdür
böyle kalpler. Camdan kelimelerle taşlı yollarda yürümektir sevgi yüklü
kalplerin durumu. Kendime sesleniyorum. Kelimelerin haberi olmamalı.
Mektuplarda bile sevdiğini söyleyemeyen mahcup yürekler gibi kenara çekilmeli.
Kelimeler bilmemeli, dedim. Ben kelimelerden habersiz sevgi cümleleri
kuruyorum. Her bir sesi susma eğitiminden geçirdim. Heceler sakin, sessiz ve
kelimelerin haberi yok seni anlattığımdan. Cümlem seni anlatıyor, cümle âlem
yanılıyor. Ahmet Arif’in dizeleri gibiyim:
“Sus,
kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.”