Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Ağustos 2020

​Sus ki Sesin Gelsin Bana…

“Bir uygarlık kafasından değil, önce kalbinden çürür!” (Aime Cesaire)

Her gün şiddet eşiğini biraz daha yükselten kadın cinayetleri duyuyoruz; hayatı parçalanan her kadın, sesiyle, sözüyle gömülüyor toprağa. Sürece dair yapılan hatalı okumalar, kendinden başkasına sağırlaşıp körleşen hanımlar gibi, kadınların ailenin temeli olduğunu unutan ve kadına saygının anaya, toprağa, vatana, nesillere saygı ile aynı mizacı taşıdığını idrak edemeyen beyleri de nesil yetiştirme endişesinden uzağa düşürüyor. Kadını, bilinçli hamlelerle beyleri genelleştirip dışlamaya alıştıran sistemin bir parçası olmaya teşvik ederken, erkeği kendini bu daire içerisine almaya zorluyor. Başta hemcinsine dost olmayı beceremeyen pek çok kadın, karşı türle de bir mücadeleye giriyor. Böylece yalnızlaşıyor, yabancılaşıyor, düşmanlaştırılıyor. Kadın erkek çatışmasına dönüştürülen zeminde en büyük yarayı ise çocuklar alıyor. Zaten dünya infilak eden bir vahşetin esareti altındayken büyümeye çalışıyor çocuklar. Kayıp bir çağın parçaları olarak dünyaya gelmiş körpe dimağlar, zaten hudutsuz bir yalnızlığın içine doğuyorlar. Kendi ellerimizle koparıp evrenin dışına attığımız ve yok mesabesine taşıdığımız pek çok güzel hasletten bîhaber olarak yaşıyorlar. Onları ilerde nasılsa tanışacakları gönül tenhalıkları ve yorgunluklarla baş başa bırakmak için çok acele ediyoruz.

Sadece bedenlere değil, ruhlara ve gönüllere de yayılan, bulaşan, hastalık saçan, öldüren bir virüs var. İnsanlığın imtihanını henüz veremediği bu virüs, eylem üzerinden hassasiyetle kabalığın, fedakârlıkla bencilliğin ayrışmasına olanak tanıdı. Şimdi en büyük darbelerinden birini eğitim hayatına vurmak için hazırlanıyor yeniden… Kim bilir hangi maskesiyle bizi de, hangi köşe başında bekliyor… Eteklerini toplayarak gittiğinde, kaçımız dünyada kalacağız kim bilebilir…

Uzun bir tarihin en güzel numunelerinden olan kadim Beyrut, yeniden inşa edilmek için kuvvet biriktirmeye çalışıyor. Pek çoklarımızın muhayyilesinde yüksek bir rüya gibi adımlanmayı bekleyen bu ışıklı şehir, bir şehrin asırlarca topladığı, kederle, hüzünle, umutla, gözyaşı ve sevinçle mayaladığı güzellikler bir anda nasıl dağılıverir, nasıl talan edilir düşünmeye çağırıyor. Dünyada inanılması lazım gelen bir adalet sistemi var. Beyrut aldığı yaranın şiddetine rağmen bu adaletin tecellisini bekliyor.

Topraklarımızdan, vatanımızın alınyazısı olan şehit haberleri yükselmeye devam ediyor. Orada, bir ruh aşinalığına yaslanan acı gibi mütemadiyen tüten bir âh var. Yitip giden canlar, gözü yaşlı analar, yârlar…

“İfade iç dünyamıza yetişemez. Duygu, dilden daha zengindir.” (Orhan Okay)

Hepsinin yanında bağırmayanın acı duymadığına, bağıranınsa canının gerçekten yandığına dair tuhaf bir yanılgı içerisinde olanlarımız var. Sızı, klişenin bir vazife telakki edilerek levhalaştırıldığı göstermelik bir duyarlılığın uzaklaşan adımlarına saklanmış. Söylemek, sonra unutup gitmek düsturu olmuş insanlığın… Hep aynı vurgularla dinlenen ve zaman içerisinde bıkkınlık hâline gelen bir şarkı gibi dilimizde âlemin dertleri. Susmak, duanın içinden geçen bir sükûtta buluşmak, ortak bir gönül dili geliştirerek sahiden, samimice ağlamak, dışardakini içselleştirmek artık bizlere ne kadar uzak…

Selam ile