Surre Alayları
Dünya Müslümanları arınmak ve yeniden dirilmek için fevç fevç Hicaz’a yönelmenin heyecanını yaşıyor. Günümüz şartlarında rahatlıkla gerçekleştirilen Hac yolculuğunun, geçmişte ne kadar meşakkatli bir yolculuk olduğunu hatırlatmak icap ediyor. Tarihin altın sayfalarını çevirerek, iman yüküyle Hicaz’a yönelen “Surre Alayları”nın arasına karışmak gerekiyor.
Surre; içi para dolu kese
Bir zamanlar Surre Alayları vardı. Yükü iman olan bu kervanların yolculuğu, Topkapı Sarayı’ndan başlar, Hicaz topraklarında son bulurdu. Günümüzde uçakla yaklaşık 2 küsur saatte ulaşılabilen “Kutsal Topraklar”a, o günün şartlarında deve ve katır sırtlarında aylar süren meşakkatli yolculuklar sonucu ulaşılabiliyordu. Mesela, Şam-Medine arası 247, Medine-Mekke arası 106 saatte alınabiliyordu. Gün olarak ise Şam-Mekke arası 61 gün sürüyordu.
Kutsal bölgelere çok büyük önem veren Osmanlı Devleti, bu hassasiyeti kutlu Hac ibadetinin yerine getirilmesinde de gösterirdi. Aylarca süren yolculuğun güvenli bir şekilde tamamlanması için bütün tedbirler alınırdı. Osmanlı döneminde Hac kafilesi, “Surre” ile özdeşleşmişti âdeta. Surre; “içi para dolu kese” anlamına gelmekteydi. Çelebi Mehmed’le başlayan teberru niteliğindeki bu gelenek, sonraki Osmanlı Sultanları tarafından da Mekke ve Medine fakirlerine her yıl mutlaka ulaştırılırdı.
Osmanlı döneminde 3 Hac kafilesi vardı
Osmanlı döneminde, “İstanbul Kafilesi” dışında iki yerden daha Hac Kafilesi yola çıkmaktaydı. Kuzey Afrika Müslümanlarının katıldığı kafile “Mısır Kafilesi” adını taşırdı. Bu kafile de Kahire’den yola çıkardı. Irak, İran ve Asyalı Müslümanları Hacca taşıyan kafile Bağdat’tan yola çıkardı ve adına “Irak Kafilesi” denilirdi. Bu kutlu kervanların yolculukları, öncesi ve sonrasıyla ülkede tam anlamıyla bir hareketliliğe sebep olurdu.
Surre Alayı’nın Topkapı Sarayı’ndan çıkışı bir merasime tabi idi. Devletin askerî ve mülkî ricali bu merasimde hazır bulunur, Hicaz’a kadar mahmile (devenin üzerine konulan hediye sepeti) nezaret edecek olan Surre Emini, Evkaf Nazırı ile birlikte törene üniformalarını giyerek mabeyne (haremle selamlık arasındaki daire) gelip hünkar huzuruna çıkarlardı.
Kutsal beldelere, Mekke Emiri’ne, Hicaz Valisi’ne, Medine Muhafızı’na, Şeyhülharem’e ve Harem-i Şerif sorumlusuna gidecek sandıklar ayrı ayrı dualarla ortaya çıkarılır, “Surre Devesi” denilen her tarafı gösterişli bir şekilde süslenmiş deveye yüklenirdi. Kızlar Ağası deveyi bahçede üç defa dolaştırır, padişah üçüncü seferinde devenin Surre Emini’ne teslimini emrederdi. Bu emir üzerine, Kızlar Ağası deveyi bir kere de Surre Emini için dolaştırırdı. Surre Alayı daha sonra kurbanlar kesilerek, tekbirler getirilerek, buhurdanlar yakılarak dualar eşliğinde Topkapı Sarayı’nın kapısından uğurlanırdı. (Bu gelenek son devirlerde Yıldız ve Dolmabahçe Sarayı bahçelerinde yapılmıştır.)
Harem-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara’ya özel hediye
Padişahın Surre sandıkları genellikle para ve nadir halılar, murassa avizeler, şamdanlar, paha biçilmez mushaflar, levhalar, puşideler, gümüş perde halkaları, buhurdan ve şamdanlardan oluşurdu. Bunlar Harem-i Şerif ve Ravza-i Mutahhara’ya konulmak üzere gönderilirdi. Kabe örtüsü ve Altın Oluk ise apayrı birer hazine olurdu. Bu kadar kıymetli eşyanın korunması için Şam’da muhafız teşkilatı bulundurulur ve Surre Alayı yola çıktıktan sonra her türlü emniyet ve tedbir alınırdı.
Topkapı Sarayı önünden yola çıkan Surre Alayı, kutsal beldelere yalnızca padişah ve devletluların değil, teberruda bulunan herkesin hediyesini taşırdı. Alay, “çekdiri” adı verilen savaş gemileriyle Sirkeci’den Üsküdar’a geçirilirdi. Deniz aşılıp Üsküdar toprağına geçilince Harem-i Şerif’e bitişik olan topraklara ilk adım atılmış olurdu ki, Üsküdar sahilindeki iskelenin adı da bu yüzden Harem İskelesi idi. Hicaz Demiryolu hizmete girdikten sonra Surre Alayı, Sirkeci’den Haydarpaşa’ya geçmeye başladı.
Alayın İstanbul sokaklarından geçişi sırasında başta resmî kıyafetli 12 atlı çavuş ve 12 zaim bulunurdu. Bunları yaya olarak yürüyen 60 baltacı, iki müjdecibaşı, 8 kapıcıbaşı, Surre Emini, kethudası, etrafı 30 kadar baltacı ile sarılmış Surre Devesi, yedek deve ile para ve hediyeleri taşıyan 8 katır takip ederdi. Bu kafileyi de akkam denilen ve Araplardan oluşan 50-60 kişilik bir kafile takip ederdi. Akkamlar; ufacık davullarını çalarlar, kılıç kalkan oyunları oynarlar, kafileyi neşelendirirlerdi. İstanbul halkı, Surre Alayı’nın yola çıkışına fevkalade önem verir ve sokaklara dökülerek sevinç gösterisinde bulunurdu.
Hediyeler “Surre Defteri”ne kaydedilirdi
Haremeyn fukarasına gönderilen hediyeler “Surre Defteri” adı verilen deftere kaydedilirdi. Bu defterde, Surre Alayı’nın izlediği yollar, Surrenin gönderildiği dönemde Mekke ve Medine halkının nüfusu, kültürü, ekonomik yapısı, eski Hac yolculukları hakkında detaylıca bilgilere de yer verilirdi.
İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkenti olduktan sonra Surre Alayı ve beraberindeki Hacı adaylarının Receb ayının 12. günü yola çıkmaları âdet olmuştu. Eğer bu ayın 12. günü Cuma gününe rast gelirse çıkarılan bir tezkereyle alayın Cuma’dan bir gün önce ya da bir gün sonra yola çıkması sağlanırdı.
Daha önceleri her sene Mısır’da dokunan Kabe örtüsü de, 1798’de Mısır’ın Napolyon Bonapart tarafından işgal edilmesinin ardından, İstanbul’da hazırlanarak Surre Alayı ile birlikte gönderilmeye başlandı. Örtü büyük ustaların elinde Sultanahmet Camii’nin şadırvan avlusunda işlenirdi.
Yanlarındaki kıymetli hediyelerle yola çıkan Hacı adayları birkaç değişik güzergah takip ederdi. İlk defa Abbasiler döneminde 923 yılında başlatılan Surre Alayı, Osmanlı Devleti’nde “Sağ, Sol ve Orta Yol” olmak üzere 3 ana güzergahtan yollanmaya başlandı. Alayın izlediği sağ kol; Üsküdar-Eskişehir-Akşehir-Konya-Adana-Antakya-Haleb-Şam üzerinden, orta kol; Üsküdar-Gebze-İznik-Sapanca-Geyve-Hendek-Ayaş-Düzce-Bolu-Hacıhamza-Merzifon-Amasya-Turhal-Tokat-Sivas-Malatya-Diyarbakır-Şam üzerinden, sol kol ise; Üsküdar-Merzifon’a kadar orta yolu takip ederek Karahisar-Bayburt-Tercan-Erzurum ve Kars üzerinden Hicaz topraklarına ulaşırdı.
Kafilelerin buluşma noktası Şam-ı Şerif’ti
Bu yol güzergahlarını izleyen Hacı kafileleri yolda kendilerine eklenen Hacı adaylarıyla birlikte genelde Ramazan ayının 20’sinden itibaren Şam’da toplanmaya başlardı. Değişik yerlerden gelen Hacı adayları burada toplanır ve Ramazan Bayramı bu şehirde geçirilirdi.
Surre Alayı, bayramın hemen akabinde büyük bir törenle buradan yola çıkardı. Hacıların toplanma yerinde bulunması sebebiyle, Şam Paşası, Osmanlı döneminde her zaman ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştu. Şam Paşası ya da o civarın kudretli beylerinden biri İstanbul tarafından Hac Emiri tayin edilir, o yıl Hac ile alakalı bütün işler bu Hac Emiri’nin riyasetinde gerçekleşirdi. Hac Emiri’nin en mühim vazifelerinden biri de çölleri aşmak zorunda olan Hacıların güvenliği idi. Bu yüzden Hac yolculuğu toplu bir halde gerçekleştirilirdi.
1864 yılına kadar kara yolundan deve, katır ve atlarla yola çıkan Alay, bu tarihten 1908 yılında Hicaz Demiryolu hizmete girene kadar vapurla gönderildi. Yolun kısalması nedeniyle Şaban ayının 15’inde İstanbul’dan kalkan vapur Beyrut’a giderdi. Hacı adayları buradan yine Şam’a geçerek bir araya gelirdi.
Hacı adayları toplam 54 yerde konaklıyordu
Şam’da toplanan kafileler, burada “ağır kervanlar” ve “hafif kervanlar” olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Hediyeleri taşıyan Surre Alayı, “ağır kervanlar” arasında yer alırdı. Ağır kervanlar kışın gündüz yol alıp, geceleri dinlenirdi.
Yaz mevsiminde ise öğleden sonra saat 5’te yola çıkılır, sabah güneş doğduktan iki saat sonra mola verilirdi. Günümüze göre oldukça meşakkatli olan Kutsal Topraklara yolculuk sırasında Hacı adayları toplam 54 yerde konaklıyordu.
Kafilenin hızı, taşımada kullanılan hayvanın cinsiyle de doğrudan ilgiliydi. Hız sıralamasında önce at, sonra katır, en son ise develer geliyordu. Ancak yavaş da olsalar her biri 3-5 beygirin yükünü taşıyabildiği için develer (bir deve 339 kilo yük taşıyabilirdi) daha çok tercih ediliyordu. Nakliye ücreti de yolculuğun mevsimine ve eşyaya göre değişiyordu. Ücret her batman (8 kilo) için günde 90 para ile 3 kuruş arasında iner çıkardı.
Surre Alayı’nın güvenliği konusunda ne kadar özen gösterilirse gösterilsin, beraberinde kıymetli hediyeler taşıyan bu Hacı kafileleri zaman zaman çöl bedevilerinin saldırısına uğrardı. “Urban” adı verilen eşkıyalar, ellerindeki silahlarla kafilelere saldırır, Hacıları öldürür ve hatta bunu kendilerine maişet kaynağı olarak görürdü.
Bu soygun olaylarından biri Osmanlı’nın karışık olduğu Sultan 4. Mustafa döneminde meydana geldi. Surre Alayı’nın baskına uğradığını duyan dönemin padişahı Sultan Mustafa üzüntüsünü ifade etmek için şu cümleleri kaleme aldı: “Niyet ettik Beytullah’a gitmeğe/ Hacerü’l Esved’e yüzler sürmeğe/ Arafat’ta hem vakfeye durmağa/ Takdir her tedbiri bozar dediler.”
“Name-i Hümayun”u merasimle teslim edilirdi
İstanbul’dan çıkıp Şam’da diğer Hacılarla bir araya gelen Hacı adaylarını ve beraberindeki hediyeleri, Kutsal Topraklara ulaştırmakla vazifelendirilen Surre Emini, eğer sağ salim Mekke’ye varırsa yanında getirdiği “Name-i Hümayun”u merasimle Mekke Emiri’ne takdim ederdi. Mekke Emiri de nameyi öpüp başına koyar ve şehre 4 saat mesafedeki Mina mevkiinde padişahın mektubunu halka alenen okuturdu. Bunun ardından İstanbul’dan çıkan hediyeler, Mekke Emiri, Surre Emini, Mekke Kadısı, Şeyhü’l Harem nezaretinde sahiplerine dağıtılırdı.
Vefat ya da başka nedenlerden dolayı teslim edilemeyen hediyeler tekrar Surre Emini’ne teslim edilerek, İstanbul’a geri gönderilirdi. Hac kafilesi Mevlid Kandili’nde yani Rabiulevvel ayının 12’sinde İstanbul’a geri dönmüş olurdu.
Sultanahmet Camii’nde gerçekleşen Mevlid Merasimi’nde padişah ve devlet ileri gelenlerine Mekke’den gönderilen hurma ikram edilir, Haccın sağ salim gerçekleştiğine dair gönderilen berat okunurdu. Hacı evlerinde ise Hacı tehniyeleri (kutlamaları) haftalar, hatta aylar boyu devam ederdi.
Mekke ve Medine’de hediyeleri alanlar, gönderenler için mukaddes makamlarda yıl boyunca dua eder, ayrıca aynı meşin torbalara kına, sürme, gümüş yüzük, hurma gibi ufak tefek hediyelerle mukabelede bulunurlardı. Yani bir anlamda Surre Alayları, o devrin güç şartlarında Hacca gitme imkânı bulamayanlar ile Mekke-Medine arasında bir nevi irtibatı temin ederdi.
Surre geleneği 1923’te son buldu
Hac yolu, bazı dönemlerde çöl bedevilerinin baskınları sebebiyle kesintiye uğrasa da, Hac kafilesiyle Surre gönderilmesi geleneği 1915 yılına kadar devam ettirildi. Hatta Osmanlı Devleti, Mekke Emiri’nin isyan etmesine karşın 1916 yılında güç şartlar altında Medine’ye hediyeler gönderdi.
Osmanlı Devleti bu geleneğini, 7 düvele karşı savaştığı 1918’de paraya muhtaç olduğu bir dönemde dahi sürdürdü. Bu tarihte gönderilen hediyeler ancak Şam’a kadar ulaşabildi. Hediyeler, 1919’dan sonra artık yollanamaz oldu. Bununla beraber 1919-1920 yıllarında Sultan Vahdeddin tarafından Haremeyn fukarasına sadaka dağıtıldı. Padişahlık sıfatını taşımamakla birlikte Osmanlı hanedanından gelen ve Son Halife olan Abdülmecid Efendi, 1923-1924 yıllarında bu geleneğe resmen son verdi.
1. Dünya Savaşı’nda Haremeyn ile irtibat kesilinceye kadar devam eden bu gelenek; asırlar boyunca bu milletin hediyelerinin yanında, sevgi dolu gönülleri ve selamları Mekke ve Medine’ye taşıdı. İngilizlerin, Hicaz Bölgesi’nde Osmanlıya karşı kışkırttığı Şerif Hüseyin ve casus Lawrence’nin kirli oyunlarına direnen Fahrettin Paşa, Surre Alayları’nın asırlardır “Kutsal Topraklar”a taşıdığı değerli hediyelerin büyük bir bölümünü yağmadan kurtararak, İstanbul’a geri gönderdi. Onun içindir ki, Fahrettin Paşa’nın destansı “Medine Müdafaası”nda “Surre”leri unutup, İngiliz altınlarına teslim olanların adaletsizliği içimizi acıtıyor. Mekke ve Medine’de saf saf olmuş fakirler, yolumuzu bekliyor. Ve hâlâ Surre Alayları ile teberru gönderen “Mekke ve Medine’nin Hizmetkârları” için dualar ediliyor...
(Kaynakça: Adım Adım Hac ve Umre-Tevhid Yurduna Hicret / Beşir Kitabevi)