Suriye ve Hükümet
SURİYE meselesi gittikçe kritik bir hal alıyor. Meydana gelen gelişmeler, Türkiye'nin elini giderek zorlaştırıp bir oldu bittiye gelmesine bile yolaçabilir. Hiç şüphesiz bu kanaate ulaşmamızı sağlayan açıklama ve olaylar, sanki daha da yoğunlaşıyor gibi görünüyor.
Önce Urfa'nın Akçakale ilçesine düşen bomba, ölen siviller ve misilleme. Akçakale'den sonra bu oldu bitti bombalarını Hatay'ın Altınözü ilçesi Hacıpaşa beldesi kırsalında gördük. Geçen hafta çıkan tezkere ve Cumhurbaşkanı Gül'ün tedirginlik yayan açıklamaları: "En kötü senaryo gerçekleşiyor." Ve devamla, "Başbakanlık, Genelkurmay ile sürekli görüşme halindeyiz." Tüm bunların üzerine Suriye ile muhtemel bir savaş, çok şaşırtıcı olmayacak ama Türkiye için bir felaket olacağı kesin.
Başından beri hükümetin Suriye ile ilgili politikaları çok tartışıldı. Lehinde ve aleyhinde bir çok köşe yazıları yazıldı. Ama hem hükümetin politikalarını hem de bunlara dair yazılanları insaf, akıl ve imkanlar ölçüsünde değerlendirmek adalet ve erdeme en uygun olan tercih olacaktır. Doğrusu gerek Suriye gerekse Türkiye'nin birincil derecede ilişkili olduğu İslam ülkeleri olsun, bir krize ya da işgale maruz kaldığında birinci sorun, gözlerin Amerika'ya çevrilmesidir. İslam ülkeleri arasında bu kriz ve işgalleri yönetecek etkili bir güç ittifakı yoktur. Suriye ile ilgili olarak son dönemde Türkiye, Mısır ve İran'ın bazı konularda uzlaşmaya varmaları güzel bir şey. Ancak bu ve benzer ittifakların sürekli bir dengesi oluşturacak biçimde yapılaştırılması gerekiyor. Biz bu eksikliği, en azından 1990 yılından bu yana, Körfez krizinden itibaren Amerika'nın Ortadoğu'ya temellükü üzerinde daha fazla hissettik. Bundan sonra da hissedeceğiz. Suriye'de var olan katliam ve krize gönül isterdi ki olduğu andan itibaren bu güç hemen müdahale edebilsin.
Bu gerçeği belirledikten sonra, hükümetin Suriye ile politikalarına gelelim. Önce şunu kabul etmek gerekir ki, mevcut durumda Birleşmiş Milletler ve Amerika merkezli politikalar ana ekseni oluşturuyorlar. Hükümetin mevcut durumda, manevra alanlarının da çok geniş olmadığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü ortada sadece Birleşmiş Milletler ve Amerika değil, daha da geniş bir güç merkezleri rekabeti ve karşılaşması söz konusu. Bu durumda direk Suriye'ye dalması gibi sözler pek gerçeği yansıtan şeyler değil.
Fakat hükümetin Suriye politikalarında birkaç noktada hatalı davrandığını düşünüyorum. Bu noktalar biraz konuyla ilgili erken refleks vermeler olarak okunabilir. Birincisi, Türkiye Esed'in erkenden gideceği gibi bir varsayım üzerine siyaset kurmuştur. Halbuki Birleşmiş Milletler'in güdümsüz hareket etmeyeceği zaten herkesin malumu. Amerika da seçime odaklanmış durumda. Böyle bir konjonktürde savaşa girerek, seçim sonuçlarını riske etmesi beklenmeyecek bir şeydir. Öte yandan, Amerika'nın özellikle bu tür durumlarda bütün kartları ve imkanlarını görmeden savaşa girmediği de, daha önceden edindiğimiz bir tecrübe. Amerika'nın (ki Amerika Birleşmiş Milletleri de ihtiva ediyor) neredeyse Türkiye'yi öne sürdüğü/sürmeye çalıştığı anlaşılıyor. Nitekim B.M. Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Türkiye'nin ilçelerine atılan bombalarla ilgili olarak "Çatışmayı artırabilir" şeklinde açıklama yaptı. Bu, adeta Türkiye'nin Suriye ile savaşacağı gibi bir beklentiyi yansıtmaktadır.
Hükümetin ikinci hatası, birinci varsayıma dayalı olarak Esed yönetimini direkt karşına aldı ve muhaliflere neredeyse açık destek verdi. Bunun daha ılımlı söylemler ve politikalar ile yapılması gerekiyordu. Muhaliflere yapılan açık destek konusundaki eleştirilere hükümet kanadından, "Daha önce Irak'ta bunu yapmakta geç kaldık" türünden bir meşrulaştırma içeriği taşıyan cevap geldi. Öte yandan Hükümetin, İslam dünyasında oluşturulması gerek güç dengesini sağlayacak şeyleri zedeleyen, Arap dünyası ve onların hassasiyetlerini gözetmeyen politikalara imza atması özellikle kaçınması gereken bir tavır. Ama bu hataların Türkiye için daha Amerikancı bir taraf görüntüsü verdiği de görülmelidir.
Üçüncü olarak da, Dışişleri nezdinde hükümetin sanki güçlü bir Osmanlı Devleti pozuyla hareket ettiği söylenebilir. İlişkilerin geliştirilmesi anlamında hükümetin böyle bir misyondan hareketi doğru olabilir; ama karar mekanizmalarında sizin bulunmadığınız ve güç ilişkilerinde geride bulunduğunuz bir konjonktürde imkanları aşan ilişkilere girmemek gerekir. Nitekim Ortadoğu'dan "kendilerini Osmanlı sanıyorlar" türünden açıklamalar geldi.
Sömürgeci küresel güçlerin bir ülkeye saldırılarında, içimizdeki "bu zulmü önlemeliyiz" ideali ile reel gerçekler arasındaki gerilim, artık gerçekten hepimizi çok yoruyor. Ama "ümit" ve "yapabilme gücü"nün yolu da herhalde iç gerilimler gibi bir bedeli gerektiriyor.
Bundan sonra Türkiye'nin Suriye ile bir savaş oldu bittisine kesinlikle düşmemesi gerekiyor. Çünkü böyle bir savaş, sadece Türkiye için değil, özellikle bölge için büyük bir felaket demektir.