Suriye: Algı ve gerçek
Doç. Dr. Mustafa TEKİN
Suriye meselesi gittikçe kritik bir hal alıyor. Türkiye basınında sorunun ele alınış biçimleri birkaç farklı boyut taşıyor. Bazıları Suriye konusuna daha teknik bir dış politika meselesi olarak yaklaşıyorlar. Bazan tipik bir ulus-devlet menatlitesini içeren bu yaklaşımlar, Türkiye ve Suriye gibi iki ülke arasında Amerikan merkezli teknik dış politika temrinleri yapmayı tercih ediyorlar. Kronik hükümet ve AK Parti düşmanları ise, Suriye'nin Türk uçağını düşürmesi olayını fırsat bilerek hükümeti sıkıltırmayı, "kırılan ülke gururu" söylemi üzerinden gerçekleştirmeyi hedefliyorlar. Bazılarına kalsak, hemen Suriye'ye girmemiz gerekiyor.
Suriye, zaten Irak savaşı ile birlikte gündemdeki yerini hep koruyan bir ülke oldu. Hatırlarsak, Amerika'nın Irak'ı ikinci kez işgalinden sonra geliştirilen senaryolara göre, Suriye hedefteki diğer ülke idi. Arap Baharı denilen süreç başlayınca, bunun Suriye'yi de içine alacak bir süreç olması bekleniyordu. Ama ilk dalgada Suriye bunun dışında durdu. Bir yönüyle Ortadoğu ve Arap ülkelerinin yeniden dizaynını hedefleyen Arap Baharı, süreç olarak devam ediyor. Oradaki despot yönetimler, öyle veya böyle bir ittifakla kolayca devrildiler. Yerlerine nasıl bir iktidarın ikame olacağını bekleyip göreceğiz. Ama Suriye, Rusya'dan Çin'e; Amerika'dan Avrupa ve İran'a kadar bir dizi ülkenin çekişmeleri ve küresel şirketlerin paylaşım arzuları arasında yeni bir dizyna kavuşmayı bekliyor. Hiç şüphesiz despot Esad rejiminin değişmemsi, Suriye'nin gücünden kaynaklanmıyor.
Her şeyden önce meseleye, büyük bir iştiha ile Suriye üzerindeki mefaatler için bakan bir zihniyete dahil olmamak lazımdır. Zaten uzun süredir eksikliğini hissettiğimiz ama Arap Baharı ve Suriye ile daha da net olarak ortaya çıkan bir gerçek vardır. O da İslam dünyasının zavallı ve dağınık yapısı. İslam dünyasının kendi içinde bir bütünlük ve güç olmaması, diğer ülkelerin sürekli hesapları, tecavüzleri ve kontrollerini kolaylaştırıcı bir işlev görüyor ve Suriye meselesinin halli için NATO'yu çağırmak gibi acı neticeler ortaya çıkmaya devam ediyor. Aslında bütünleştiği zaman, büyük bir güç olabilecek olan İslam dünyası, büyük zenginliklerin üzerinde oturan Hint fukaraları gibi "batı" hegemonyası ve sömürüleri merkezindeki politikalar içerisinde araçsallaşıyorlar.
Arap dünyasının zengin ülkeleri, paralarını Amerika ve Avrupa bankalarında bloke ederlerken, Türkiye gibi ülkeler Amerika üzerinden zengin müslüman ülkelerin paralarını kullanıp, Batıyı daha da semirtiyorlar. Geçmişte zaman zaman tekrarlanan İslam dünyasının güçlendirilmesi ve birlik oluşturulması projelerine hala modası geçmiş düşünce olarak bakanlar var. Ama hala bir iş yaparken Amerika ve Avrupa'nın eline bakmak ise reelpolitik olup çıkıyor.
Suriye meselesi, öncelikle bir insanlık sorunudur. Orada her geçen gün masum binlerce insan öldürülmeye devam ediyor ve müslüman ülkelerin bundaki sorumlulukları çok büyük. Türkiye, Suriye'de bu tür katliamlara izin vermeyeceğiz açıklaması yaptığında, açıkçası oradaki halklar da Türkiye'den etkin politika beklentisi içine girmişlerdi. Üstelik Arap dünyasında Türkiye ile ilgili olumlu bir hava da vardı. Şimdi de uçak düşürüldüğünden itibaren çok sert açıklamalar yapılıyor. Fakat oluşan algı ise, Türkiye'nin Amerika ve NATO ile birlikte hareket edeceği yönünde şimdi. Dolayısıyla söylemler ile icraatlar arasında bir uyuşmazlık söz konusu. Bu durum, Türkiye'nin Arap dünyasındaki imajını da zayıflatmaktadır.
Esad, en son yaptığı açıklamada bazı ülkelerden aldığı güçle, cesaretli açıklamalar yapıyor. İşin içine Filistin meselesini de katarak, bir Arap kamuoyu oluşturmaya da çalışıyor. Bu açıdan Türkiye'nin Arap halklarını, başka bir yerde bloke edecek söylemlerden özenle kaçınması gerekiyor. Diğer yandan İslam dünyasının güçlenmesi ve bir blok haline gelebilmesi için gerekli tüm girişimleri sabırla ve özenle desteklemesi bir zorunluluktur. Bu bağlamda iç politikada bazı dengeleri sağlamak için Avrupa Birliği değerleri üzerinden götürdüğü politikaların, kültürel bir dönüşümün yeni İslamcılar u2013isimlendirmeden ziyade algı böyle- eliyle yaptırıldığını da net bir şekilde görmesi gerekmektedir.
Osmanlı coğrafyası dağıldı; İslam dünyasının dirilişi bu coğrafyada ve Türkiye'nin liderliğinde olacaktır. Bu, su götürmez bir gerçektir. Bundan dolayı Türkiye'nin hem rolü hem de sorumluluğu çok fazladır. Dolayısıyla Türkiye'nin bir oyuna gelerek NATO ile birlikte Suriye'ye girmesi büyük yanlış olacaktır.