Sürgündeki Şair: Müştehir Karakaya
Onu ilk tanıdığımda 'Düş Çınarı 'Dergisi'nde şiirleri yayınlanıyordu. Daha önce 36 sayı süren Kardelen Dergisi'ni çıkarıyordu. Dergi kapanınca Nurettin Durman ağabeyin Düş Çınarında yer almıştı. Ama o daha çok Kardelen şairi olarak anlıyordu. Mürsel Sönmez ve Nurettin Durman ile birlikte. Nurettin Durman ağabeyin işyerinin karşısında 400 yıllık Düş Çınarında düşler devşiriyordu. Bir dönem Yaşar Kaplan'ın Meydan dergisinde de meydan okudu. Cigarasının dumanlarından etkilenmemiz ise Edebiyat Bülteni Şiir gecelerine rast geliyordu.
Merhum Erdem Beyazıt, Akif İnan ağabeylerle dertleşmemiz çoğu zaman güç olurdu. Onlarla daha büyük abilerimiz dertleşiyordu. Müştehir ağabey mütevazı müşfik duruşuyla bize nasihatlerde bulunur. Elimizdeki şiir kırıntılarına bakar, onları inceler ve bazı düzeltmeler yaparak dosyayı bize geri verirdi.
Müştehir Karakaya'yı tanıyanlar ve bilenler onu Cağaloğlu yokuşunun asu00ee şairi olarak tanımlamakta haksız sayılmazlar. Evet o, ayrılığın defterini Nizar Kabbani'den ödünç almış asu00ee bir şairdir. Kabbani'nin bitiremediği şiirleri de bitirme gayretinde . "Ölüm Baladı" şiiri buna dair bazı işaretler taşıyor.
Asu00ee bir hikaye ile başlar hayatım
Kimliğim sonradan dolduruldu
Aşık oldum vuruldum
İdam fermanım çıktı, boynuma asmadılar
Sevildim ama bırakıp gittim
Ben türkü bilirdim şarkılar söylediler. (Zaman Gergefinde Kitabeler s.144)
Burada "Türkü bilirdim şarkılar söylediler" mısraı üzerinde durmak lazım. Türkü, içten gelen bir söyleyişin ürünü, ozanlar sazını alırken ele. O vakit ne düşerse gönle söylenir türküye dair. Şarkı ise üzerinde çalışılan, değişiklikler yapılabilen bir edebu00ee ürün. Türküyü söyleyen bazen yazıp okumaz da. Ama şarkıyı söyleyen muhakkak mekteplidir. Meselenin bu tarafına dikkat çeken kıymetli dostumuz Ragıp Karcı ağabey biraz daha ileri gider ve Müştehir Karakaya için "Ercişli Emrah'ın havasını veriyor" der. Demek ki Müştehir ağabey Ercişli Emrah'tan ibrişimler örüyor şiirini örerken. Bunu biraz daha araştırmak lazım.
Şiire ve şaire dair şair Ragıp Karcı'nın şu ifadelerini de önemsedim. Müştehir Karakaya'nın şiiri geniş bir arenada güreşilmesi gereken şiirler. Her biriyle ayrıca güreş tutmak lazım, der.
Ragı Karcı ağabeyimizden güç alarak şunu da söyleyelim. Oldum olası şairlerin "toplu şiirler" kitaplarına karşıyımdır. Toplu şiirler, bana toplu mezarları hatırlatır. Müştehir Karakaya'nın da bu toplu şiirler kitabı çıktığında bari tarih sıralamasına sadık kalınsa, demiştim. Şimdi kitabı elime aldığımda şairimiz bu uyarımızı dikkate almış, nevzuhur şiirlerinden başlayarak geriye doğru bir hatıra defteri karalamış. Burada şiirlerin bütünü incelenebilirse bir şairin sosyolojik ve iç dünyasında yaşadığı değişimleri rahatlıkla müşahede edebiliriz.
Mesela şairin elimizdeki ilk şiiri 88 tarihli "Halepçe'ye" adlı şiiridir. 16 Mart 1988'de insanlığın bir kez öldüğü Halepçe'de atılan kimyasal silahtan ölen binlerce insanın ahını Müştehir Karakaya Cağaloğlu yokuşunda iken hissetmişti. "İçimde biriken kan/çıktıkça damarlardan/her zerreme Halepçe diye yazdıu2026"
Şair hakkında ez-cümle Cağaoloğlunun asu00ee şairi olmakla birlikte buranın da 20 yıl mahku00fbmiyetini yaşadı. Bab-ı Ali yokuşundan çıkmadı, çıkamadı. Oradan bir çıktı, pu00eer çıktı.Ve sonra, sonrası malum. Payitahttan sürgün bir hayatı yaşadı. Her ne kadar "Beyaz Gemi"ye binse de "Hazan" şiirleri peşini bırakmadı.