Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.14
Gram Altın
2962.27
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Şubat 2019

Sürekli bedelli, sürekli tefekkür!..

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a milyonlarca vatan evlâdı adına teşekkür,

Bilhassa…

-“Bedelli askerlik” uygulamasının sürekli hale gelmesinden,

-Bedelliden faydalan/a/mayanlara (ciddi miktarlarda) maaş bağlanacak olmasından,

-Meslek Yüksek Okulu mezunları için “yedek astsubaylık” imkânın getirilmesinden dolayı teşekkürler.

Bunlar, bizim aşağı yukarı yirmi yıldır üzerinde durduğumuz tekliflerdi.

“Yedek Astsubaylık” teklifini, gözden kaçırmadıysam benden önce ve hatta benden başka gündeme getiren olmamıştı.

Arşivimize döndük, baktık:

Taaa 2001’de sunmuşuz tekliflerimizi;

“Bedelli sürekli olsun, bedelli yapmayan er ve erbaşlara -en az- asgari ücret ödensin, askerlikte geçen sürelerde SSK’lı (sonraları SGK’lı) sayılsınlar, meslek yüksek okulu mezunlarına ‘yedek astsubaylık’ getirilsin.”

MİLAT’ın 14 Eylül 2018 tarihli sayısındaki yazımız, 18 yıllık dizinin son misali…

Demişiz ki orada:

“Meslek Yüksek Okulu mezunu, yani ‘İki yıllık üniversite’ mezunu ‘kısa dönem’ askerlik yapsın ya da ihtiyaç kadarı, ‘Yedek Astsubay’ olarak ifa etsin vatani görevini.

‘Yedek Subay’ var malûm, dört yıllık mezunlarından bazıları ‘asteğmen’ olarak görevlendiriliyor ve maaş alıyor.

‘Yedek Astsubay’lık da iki yıllıklar için, olmaz mı?..

Memleket evlâdı hem askerlik yapsın hem de evine biraz birikmiş parayla dönsün, evlenebilir böylece!..”

Yazdık, yazdık, nihayet oldu.

Bunun havasını atıyor değiliz, yanlış anlaşılmasın, ya da anlaşılsın bize ne, biz maksadımızı ifade edelim de:

Efendim, “askerlik” tartışmalarına ve bilhassa da “bedelli” tartışmalarına kafadan girmiş, bu konularda ‘basmakalıp’ söylemlerin çok ötesine geçerek “risk almış” ve bundan dolayı da “dost bildiklerinin” bile nice hücumlarına uğramış bir vatan evlâdı olarak dertlendiğim bir mesele…

Ezberler ve tekrarlar üzerinden tavır geliştirilmesine, farklı düşünen herkesin peşinen damgalanmasına fena halde bozuluyorum!..

Aha işte dediklerimiz oldu, tekliflerimiz karşılık buldu.

Buldu da ne oldu, bize hücum eden “dost bildiklerimiz” ne diyecek şimdi!..

Bu memlekette farklı düşünceler dile getirdiğinizde, meselelere eleştirel yaklaştığınızda, bir şeyleri sorguladığınızda birileri tarafından anında damgalanıyorsunuz.

Bu hemen her kesimin ortak tavrı; kendilerini ‘Kemalist’ olarak nitelendirenler de bunu yapıyor, ‘Muhafazakâr’ olarak nitelendirenler de…

Hatta ‘Dindar’ olduğunu söyleyenler de…

(Muhafazakârlıkla dindarlık aynı şey değil, bunu da anlamayanlar çok olacaktır ama neyse, bu başka mesele!)

Ben bu tavırlarla çok karşılaştım, nice memleket evlâdı “laf kalıplarına” mahkum edilmiş, farklı bir şey duyduğunda hemen tepki gösteriyor, alışkanlıklarına da sorgulamadan, büyük bir gayretle sahip çıkıyor.

Ver sloganı vatandaşa, gerisini düşünme!..

************************

BASMAKALIP YARGILAR!..

İşte konumuzla alâkalı mesele;

“Askerlik yapmayana kız bile verilmez!” meselesi.

(Buradaki ‘bile’nin anlamını çözemedim, gitti, bu da başka mesele, sanki en kolay alınan ‘kız’ imiş gibi bir laf, ah yanlış kullanılan Türkçemiz!)

Basmakalıp yargılar, üzerlerinde az düşünülmüş sloganlar “eğitim işlerinde bir türlü başarılı olamamış” ülkelerde daha çok müşteri bulur.

Küçüklüğümüzde “Yemek buldun ye, dayak buldun kaç!” derlerdi, “Üzümünü ye bağını sorma!”

Ne berbat yaklaşımlar, çocukları böyle büyüt büyüt, sonra da “Niçin böyle oluyor?” de!..

Eserini beğenme!..

Başka tuhaf lâflar da var…

Mesela

“Hayatın ‘askerlik’teki gibi olsun; ne en önde dur, ne arkada, ortalarda idare et.”

“Eski köye yeni adet getirme!”

“Taş yerinde ağırdır!”

Beton medeniyeti!..

Durgun, durağan, çatış kaşlı, dikine dikine!..

Vatan görevini askerlikle sınırlandıran yaklaşımlar da böyle.

Ben buna hep karşı çıktım:

“Hayır, askerlik profesyonellerin işidir, diğerleri sadece asker ocağının havasını teneffüs etmeli, çok temel tedrisatı almalıdır.”

Askerlik, herkesin yapabileceği kadar “sıradan” bir iş değildir, hiç öyle olmamıştır ve teknoloji ilerledikçe öyle olmama durumu daha da belirginlik kazanacaktır.

İşte, vatan evlâtlarını birer aylık sürelerle, o da bulundukları bölgelerde ve diyelim ki 18 ile 30 yaş arasının kendileri için uygun olan herhangi bir diliminde tedrisata alıp, o güzel üniformayı giydirebilir ve o havayı “teneffüs” ettirebilirsiniz.

Bunun ötesindeki genelleyici, tek tipçi uygulamalar ise en azından kaynak israfı olur.

İşte Devletimiz, Külliyesi’nden TSK’sına kadar bunu gördü ve gerekli adımları attı.

Efendim, kalıpları aşarsanız…

Askerlik yapmayana “kız bile vermeme” zihniyeti çok gerilerde kalır.

Memleket yararına her faaliyet çok önemlidir ve her güzel mesleğin saygınlığı vardır.

İsteriz ki;

Dünyanın en güçlü ordusu bizim ordumuz olsun.

Dünyanın en iyi tedrisat sistemi bizde olsun.

Üniversitelerimiz dünyaya nam salsın.

Tarımda üretim devi olalım.

Nice yerli ve milli markamız dünya devi olsun, küresel marka fukarası olmayalım.

Olimpiyatların “altın” kürsülerinde hep biz olalım.

Turizmimizi elin beleşçilerinin “Her şey dahil, üç otuz kuruşa” sömürüsünden kurtaralım.

Bakan karşılama kuyruklarından kurtulalım.

İşe giriş, tayin, terfi, vs. işleri için “torpil” arayışları sona ermese de çok azalsın, makamlara gelenler yüceltilmesin makamlardan inenler unutulmasın.

Çok okuyan, çok tefekkür eden bir toplum olalım, “eğitim” mekanizmalarımız çocuklarımızın yeteneklerini yok eder hallerden çıksın, hayata hazırlasın.

“Yap boz tahtaları”ndan bıktık; kararlar “ilmî” yöntemlerle alınsın, “kara-kucak” işlerini bırakalım artık.

Bugüne kadar bize anlatılan, öğretilen ne varsa…

Hepsini, temelden en temelden gözden geçirmeye…

Kendimizi yeniden inşa etmeye…

Yeniden inanmaya…

Yenilenmeye çok ihtiyacımız var.

Birbirimizi dinlemeye, birbirimizi anlamaya, bir alanda tercihen yalnızca bir alanda uzmanlaşmış ama gerçekten uzmanlaşmış “birey”ler yetiştirmeye…

Sloganları” arka plana itip…

Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde!”
diyen Merhum Şair’e kulak vermeye.

Ah öyle olsa ne güzel olur!..

Her farklılığa “saldırmayı” marifet bellemekten vazgeçmek ne güzel olur!

“Uzun lafın kısası” diyerek bu yazıyı bağlamalı:

“Atam Fatih 21 yaşında İstanbul’u fethetti!” diyerek övünmekten ziyade…

“Merhum o yaşta muhteşem işler yapmış da, ben bu yaşta ne yapabildim!” diyerek “sıkılsak” biraz!..

Merhum Fatih’in “Yeniliklere ne kadar açık” olduğuna bir baksak…

Anlamaya çalışsak…

Her söyleneni peşinen kabullenmesek de…

Araştırsak biraz.

Araştırsak ve önce kendimizi, sonra da “duruşumuzu” belirlesek.

Kâtip Bartleby’in yaptığı gibi (Allah korusun) “hiç bir şey yapmamaya karar verme” noktasına gelmek de var, bunalımların pençesindeki insanlığı “Medeniyetimiz”in şefkatli kollarıyla “yeniden” sarabilmek için “sıfırdan” başlamayı göze almak da…

“Yeniden İnanmak!” ya da…