Sürece dair soru(n)lar
"Süreç" kelimesi, bir çok farklı sorunun serencamını ifade etmekle birlikte, burada özelde Türk-Kürt meselesine dair yeni süreci ifade etmektedir. Hakikaten bu mesele yıllardır bir kangrene dönüştü; değişen kültürel yapı içerisinden geleiştirilen bakış açıları bazan bu problemi daha da derinleştirdi; bazan da kısmi rahatlamalar sağladı. Ancak, yıllar geçtikçe sorun daha devasa boyutlara ulaşmaktan kurtulamadı.
Daha önceki yazılarımda, sürecin kendi özdüşünümselliği içerisinde takip edilmesi gerektiğine dair bir yazı kaleme almıştım. Bakış açısı ve hayat felsefem gereği, geliştirilen bütün önerileri önce dinlemek, sonra da olabilirlikler açısından takip ederim. Hükümet ile PKK ve BDP arasında başlayan bu sürece de aynı şekilde baktım. Buradaki temel hedefin; artık bu ülkede insanların ölümlerinin durdurulması ve boşa akan enerjilerin doğru yerlere kanalize edilmesi şeklinde belirlenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Bu Türkiye'de yaşayan ve hangi etnik kökene ait olursa olsun, insanların aynı anda etnik bakış açılarını terk etmeleri ve "kim galip gelecek?" zihniyetini bırakmaları ile mümkün olacaktır.
Bu sürecin sağlıklı bir biçimde sonuçlarına ulaşması tabii ki kolay değildir. Çünkü geçen zaman içerisinde gelinen noktalar ve sorunu kazandığı boyutlar vardır. Fakat sürecin başarıya ulaşabilmesi ya da en azından somut bazı adımların atılabilmesi, her şeyden önce bu ülkede yaşayan Türk ve Kürtler de dahil olmak üzere tüm halkın, eski ulusçu konsepte destek verecek söylem ve zihniyetleri değiştirmelerinden geçmektedir.
Bu süreç, herhangi bir biçimde ne PKK ve BDP'nin hükümete ve Türkiye'ye bir iyiliğidir; ne de Başbakanın bir lütfudur. Kimi yorumlarda, PKK ve BDP sıkıştığı için bu konsepte razı olduğu; kimi yorumlarda da hükümetin buna mecbur olduğu zikredilmektedir. Hatta Uluslar arası düzeyde Amerika, israil ve diğer küresel aktörlerin istemelerinden dolayı bu noktaya gelindiği ifade edilmektedir. Hatta İsrail'in özrü ile bu süreç arasında kurulmaya çalışılan ilişkiler de vardır. İşin aslı bu meselenin sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını zaten biliyoruz. Hatta Amerika ve İsrail başta olmak üzere küresel aktörlerin Ortadoğu politikaları ve stratejileri ile yakın bağlantılar taşıdığını söylemek için uluslarası ilişkiler uzmanı olmaya gerek de yok. Fakat ortaya böyle bir süreç gelmişse, bunu tüm bu komplo teorileri ve iddiaları akılda saklı tutarak tartışmak önemlidir. Her halükarda Türkiye'de gerçekleşmesi muhtemel bir barışa şans vermek üzere süreci teyakkuzla izlemek ve yönetmek, en azından bazı somut adımların getirilmesini sağlayabilir.
Sorun şudur; Türkiye'de yaşayan herkes etnik kökeni ne olursa olsun gelir paylaşımdan adaletli bir şekilde faydalanan, haklarını almış, aidiyetlerinden dolayı (tüm iradi ve gayr-ı iradi aidiyetleri) ötekileştirilmemiş bir şekilde konumlandırılmalıdır. Bunu belki yeni anayasada güvence altına almak önem taşır. Tarihsel süreç içerisinde Kurtuluş Savaşı'nda etnik ayrıştırmalara pirim vermeden bu memleket için herkes öldü. Şimdi bunun ortak bir sembolü olan bayrağa dair yapılan tartışmaların, "tarih" ve "varlığımızı sorunsallaştıran gereksiz bir mecraya bizi götüreceğini görmeliyiz. Üstelik tarihsel tecrübeyi de tamamen atlayaraku2026 Bayrak ortak ve vazgeçilmezdir.