Sünnet: Asıl Şimdi
İslam temel metinleri ve içerimleriyle tek bir dindir. Fakat vahyin toplumla buluşmasından itibaren farklı İslam(lar) oluşmaktadır. Bunlar İslam’ın farklı yorumları olup bir boyutuyla sosyolojinin konusu olmaya başlarlar.
Bu bağlamda “gerçek din bu” şeklindeki mottoların hepsi, kendi yorumlarının yegane hakikat olduğu iddiasını dile getirirler esas olarak. İslam’a dair her bir farklı yorum İslam’ı kendi kaynaklarından bir okuma biçimidir. Tüm bunlar yorum olmaları itibarıyla aralarında bir statü farkı gözetilmez. Tahammülsüzlükle de bu noktada başgöstermektedir daha çok; zira dile getirilen iddia “benim yorumum yagane hakikattir, ya da Tanrı’yı yalnızca ben anladım” demeye gelmektedir.
Türkiye’nin son otuz kırk yılına damga vuran islami yorumlarda temel problemlerden birisi bu idi. Nitekim 1990’lı yıllarda altı yazarlı olarak çıkan “İslam Gerçeği” kitabı da “resmi” destekli olarak İslam’a dair yorumlar yapmaktaydı. Açıkçası İslam’ın farklı yorumlarının yapılmasına hiçbir itirazım yok. Fakat yorumların kendisinden başka hakikat tanımayan totaliter vasfına itiraz etmekteyim.
1980’li yıllardan itibaren Yaşar Nuri Öztürk başta olmak üzere bazı isimler “Kur’an İslamı” şeklinde kavramsallaştırılan bir islam yorumu sunmaya başladılar. Aslında bu yorumların İslam’ı modern zamanlarla buluşturma ve İslam dünyasının kendi kaderini değiştirmesi gibi bir arkaplandan hareket ettikleri anlaşılmaktadır.
Fakat bu yorumların en büyük handikapı gelenekle yaşadıkları gerilim oldu. Bu gerilim birkaç boyutlu olarak yansımalarını göstermiştir. Birincisi, aradaki bütün tarihi ve gelenekleri atlayarak direkt vahyin indiği zamana gidildi. Halbuki bu tarih gerçekleşmiştir ve vardır. Tarihi ve geleneği nasıl yok sayarak bugünü inşa edebilirsiniz? Öyle ki, bugüne dair dini bir hüküm verilirken, bunun gelenekte nasıl konumlandırıldığı ve anlamlandırıldığı hiç dikkate alınmadı. Aslında bu durum bugüne dair hükümlerin de meşruiyet zeminini boşa çıkarmıştır.
Elbette geleneksel İslam’ın eleştirilecek çok boyutu vardır ve geleneğin biriktirdiği tarihsellik karşısında teyakkuz halinde olunmalıdır. Fakat geleneğin tamamen paranteze alınması tavrı “geleneği olmayanın geleceği de olmaz” düsturu gereğinde bir gelecek vizyonu yaratamadı. Hatta bu yorumlardan ortaya çıkan bir tavır da, 1400 yıldır hiç kimse İslam’ı anlamadı; biz anladık” şeklinde oldu.
Sıklıkla zikrettiğim bir örnektir: Batılılar bugün düşünceye dair soykütüğü çıkarırken, kendilerini en kadim olan Hıristiyanlık ve öte tarafta Sokrates’e kadar tarihin içinden giderek bağlarlar. Dikkatli bakıldığında en seküler yorumların bile arkasında Hıristiyan geleneği vardır; Bakınız Hegel. Tarih ve geleneği atlayan yorumları kimse ciddiye bile almaz.
Modern zamanlara gelindiğinde İslam’a dair ayıklama ilk önce Sünnet üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldı. Çünkü Sünnet, modern zamanlara yakıştırılamadı. Fakat Sünnet Kur’an’ın bir tarih içerisine oturtulmasını sağlamaktaydı. Sünnet İngilizce’de “tradition” yani gelenek şeklinde bir kullanıma sahiptir. Bu sebeple Kur’an’ın farklı dünya görüşlerine meşruiyet sağlamasının önündeki yegane engel de Sünnet olmaktadır.
Bugün Hz. Peygamber’in Sünnet’ine (hadisler ve sünnet) karşı rezervler geliştirenlerin farkına varamadıkları şey; dünya dinlerinin hiçbirinde olmayan bir mirasa arkalarını dönmeleridir. Hatta bu mirası çok yanlış bir şekilde harcamaya çalışmalarıdır. Şayet böyle bir miras Batılıların elinde olsaydı, şimdiye kadar dünyayı kat be kat daha fazla sallarlardı.
İnsanlık ıstırap içinde kıvranırken, “Hz. Peygamber’in Sünneti; asıl şimdi.”