Dolar (USD)
32.56
Euro (EUR)
34.93
Gram Altın
2425.90
BIST 100
9722.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Şubat 2022

Süleymaniye'ye ruh da lazım

Hafta içinde bir grup yazar, sanatçı, şehir düşünürü, mimar; İlim Yayma Vakfı’nın tarihî yarımada içerisinde inşa ettiği bir öğrenci yurdunu eleştiren açıklamalar yaptılar. Bu grubun eleştirdiği ana mesele şu idi: İnşa edilen öğrenci yurdu, Süleymaniye Camii ve külliyesinin silüetini bozmuştur. Bu iddialarını da nereden ve nasıl çekildiği belli olmayan bir iki fotoğrafa dayandırmışlardı.

Öte yandan Fatih Belediyesi ve İlim Yayma Vakfı da kamuoyuna bir açıklama yaparak yapılan eleştirilerin mesnetsiz olduğu dile getirdiler. Açıklamada yurt binası yerine daha önce yedi katlı bir iş hanının bulunduğu, bu hanın yedi katlı olduğu ve şimdi ise yapılan imar planlanmasında bu yurt inşaatına altı kat izin verildiği ifade edilmişti. Bu yurdun da mimarisi tarihi yarımadanın mimarisine uygun bir mimari olacaktı.

Bu tartışmalara başka mahalleden de katılanlar olunca kalemi elime almaya mecbur kaldım. Amacım burada Fatih Belediyesini ya da İlim Yayma Vakfını savunmak değil. Doğrusu var olan ama unutulmuş bir hakikati dile getirmek istiyorum. Akranlarımın çoğu Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşı çoktan geçti. Ama o yurtta kalacak ve okuyacak öğrenciler Fatih’in fethettiği İstanbul’u manevi olarak yeniden fethedecekler. Oralara Anadolu’nun ücra köşelerinden gelen bu öğrenciler, tarihî yarımadada Fatih Sultan Muhammed Han’ı, Akşemseddin’i ve Mimar Sinan ruhunu yeniden yaşatacak. Çünkü İstanbul; gücünü Fatih’ten, ilmini Akşemseddin’den, mimarisini de Mimar Sinan’dan alarak İstanbul olmuştur.

Bunları tabii ki ezberden söylemiyorum. Öğrencilik yıllarımızın büyük bir kısmı buralarda geçtiği için söylüyorum. Pratik anlamda öğrencilerin menfaatine olan Vefa ve Süleymaniye’deki vakıf yurtlarının asıl kazanımı yukarıda da dile getirdiğim gibi millî ve manevi değerleri öğrencilere kazandırdığı gibi vatanını seven, devletine bağlı öğrencilerin de buralardan yetişiyor olmasıdır.

Ülkemizin en çok öğrenci potansiyeline sahip olan İstanbul Üniversitesinin tarihî yarımada içerisinde bulunan yerleşkelerinin hiçbirisinde öğrenci yurdu yok. (Beyazıt, Laleli, Vefa, Çapa, Cerrahpaşa) Buralara sonradan birkaç özel üniversitenin de kurulduğunu hesap edersek işin vehameti daha da artar. Öğrenciler ne ulaşım ne de mekansızlık problemi modundadır. Onlar için derslerini sıcak yuvada çalışmak, akşamları da üniversite kütüphanesinde araştırma yapmak derdindedir. Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve diğer üniversite kütüphanelerinin gece yarılarına kadar açık olduklarını biliyorum. Bu nedenle öğrenciler gece yarısı kütüphaneden çıkıp Bakırköy’e ya da Kadıköy’e gitmez. Bu ilçelere şimdi daha uzak ilçeler eklendi. Düşününün gecenin bir yarısında kütüphaneden çıkıp Pendik’e ya da Kartal’a giden bir öğrenci olduğunu... Ben düşünmüyorum bile…

Öbür taraftan Anadolu’nun Müslüman semtlerinden çıkıp gelen bu öğrenciler en ideal mekanları Vefa ve Süleymaniye semtlerinde buluyorlar. Biraz daha öteye gidersek Fatih ve Çarşamba semtleriyle Eyyubsultan semtini de söyleyebiliriz. Üsküdar karşıda olduğu için orası da Marmara Üniversitesi öğrencilerini ağırlıyor.

Sözü toparlarsak şunları söylemek istiyorum. Akşam ve yatsı vakitlerinde bu öğrenciler en başta Vefa’nın manevi koruyucusu Şeyh Ebul Vefa Camii, daha sonra Şehzadebaşı Camii, mimarî tartışmaya konu olan Süleymaniye camii yanı başında Beyazıt Camiinde namaz kılan manevi bekçilerdir. Bunları bizzat gözlemlediğim için söylüyorum. Normalde buralar, gündüz vakti turistlerin; gece vakti de -dilim söylemeye varmıyor ama söyleyeceğim.- hırsızın, uğursuzun, madde bağımlılarının, başka kötü işlerin peşinde olanların mekânı durumundadır.

Mütefekkir-yazar Cuma Ağaç üstadımızın bir sözü vardı: Karanlığı kovamazsınız ama ışığı açarsanız karanlıklar aydınlığa çıkar. Buralardaki öğrenci yurtları da daha doğrusu öğrenciler de ışık durumundadır.

Öğrenci yurdu ve Süleymaniye Camii silueti hakkında tartışmayı başlatanlara Yahya Kemal’in Ezansız Semtler adlı yazısını okumalarını tavsiye ederim. Yazıyı hatırlamak adına ilk başlarını buraya alıyorum.

“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler.”

Neden bu yazıyı okusunlar. Yahya Kemal ezansız semtlerin hayatımıza girdiğinden şikâyet ediyordu. Şimdi ise ezanı, minareleri, kubbeleri çok ışıklı bir şekilde yanıp sönen semtlerimiz var ama bu semtlerde namaz kılacak Müslüman kalmadı. Birbirine selam verecek Müslüman kalmadı.

Bir vakitler merhum Sezai Karakoç’u ve Diriliş Yayınlarını Cağaloğlu’ndaki Üretmen Han’dan çıkarıp burayı otel yapan zihniyete karşı en çok itirazı yine ben yapmıştım. O dönemde yine köşemde bu itirazımı yüksek perdeden dile getirmiştim. O zamanlar bizim çevreden meseleye duyarlı bir yazar hatırlamıyorum. Sadece Diriliş Yayınlarının kirası bittiği için taşınıyor gibi cılız haberler duymuştum. Oysa kimse şunu söylememişti. Halbuki her gün ikindi vakti sonrası Sezai Karakoç’u ziyarete gelenler önce Nur Osmaniye camiinde ikindi namazlarını kılıyorlardı. Bu selatin camileri ruhsuz bırakmıyorlardı.

Tekrar söylüyorum bahsi geçen yurtlarda kalan öğrenciler başta Süleymaniye olmak üzere diğer selatin camileri ruhsuz bırakmıyorlar ve bırakmayacaklar da.