Süleymaniye'ye ruh da lazım
Hafta içinde bir grup yazar, sanatçı, şehir düşünürü, mimar; İlim Yayma Vakfı’nın tarihî yarımada içerisinde inşa ettiği bir öğrenci yurdunu eleştiren açıklamalar yaptılar. Bu grubun eleştirdiği ana mesele şu idi: İnşa edilen öğrenci yurdu, Süleymaniye Camii ve külliyesinin silüetini bozmuştur. Bu iddialarını da nereden ve nasıl çekildiği belli olmayan bir iki fotoğrafa dayandırmışlardı.
Öte yandan Fatih Belediyesi ve İlim Yayma Vakfı da kamuoyuna
bir açıklama yaparak yapılan eleştirilerin mesnetsiz olduğu dile getirdiler.
Açıklamada yurt binası yerine daha önce yedi katlı bir iş hanının bulunduğu, bu
hanın yedi katlı olduğu ve şimdi ise yapılan imar planlanmasında bu yurt
inşaatına altı kat izin verildiği ifade edilmişti. Bu yurdun da mimarisi tarihi
yarımadanın mimarisine uygun bir mimari olacaktı.
Bu tartışmalara başka mahalleden de katılanlar olunca kalemi
elime almaya mecbur kaldım. Amacım burada Fatih Belediyesini ya da İlim Yayma
Vakfını savunmak değil. Doğrusu var olan ama unutulmuş bir hakikati dile
getirmek istiyorum. Akranlarımın çoğu Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşı
çoktan geçti. Ama o yurtta kalacak ve okuyacak öğrenciler Fatih’in fethettiği
İstanbul’u manevi olarak yeniden fethedecekler. Oralara Anadolu’nun ücra
köşelerinden gelen bu öğrenciler, tarihî yarımadada Fatih Sultan Muhammed
Han’ı, Akşemseddin’i ve Mimar Sinan ruhunu yeniden yaşatacak. Çünkü İstanbul;
gücünü Fatih’ten, ilmini Akşemseddin’den, mimarisini de Mimar Sinan’dan alarak
İstanbul olmuştur.
Bunları tabii ki ezberden söylemiyorum. Öğrencilik
yıllarımızın büyük bir kısmı buralarda geçtiği için söylüyorum. Pratik anlamda
öğrencilerin menfaatine olan Vefa ve Süleymaniye’deki vakıf yurtlarının asıl
kazanımı yukarıda da dile getirdiğim gibi millî ve manevi değerleri öğrencilere
kazandırdığı gibi vatanını seven, devletine bağlı öğrencilerin de buralardan
yetişiyor olmasıdır.
Ülkemizin en çok öğrenci potansiyeline sahip olan İstanbul
Üniversitesinin tarihî yarımada içerisinde bulunan yerleşkelerinin hiçbirisinde
öğrenci yurdu yok. (Beyazıt, Laleli, Vefa, Çapa, Cerrahpaşa) Buralara sonradan
birkaç özel üniversitenin de kurulduğunu hesap edersek işin vehameti daha da
artar. Öğrenciler ne ulaşım ne de mekansızlık problemi modundadır. Onlar için
derslerini sıcak yuvada çalışmak, akşamları da üniversite kütüphanesinde
araştırma yapmak derdindedir. Beyazıt
Devlet Kütüphanesi ve diğer üniversite kütüphanelerinin gece yarılarına kadar
açık olduklarını biliyorum. Bu nedenle öğrenciler gece yarısı kütüphaneden
çıkıp Bakırköy’e ya da Kadıköy’e gitmez. Bu ilçelere şimdi daha uzak ilçeler
eklendi. Düşününün gecenin bir yarısında kütüphaneden çıkıp Pendik’e ya da
Kartal’a giden bir öğrenci olduğunu... Ben düşünmüyorum bile…
Öbür taraftan Anadolu’nun Müslüman semtlerinden çıkıp gelen
bu öğrenciler en ideal mekanları Vefa ve Süleymaniye semtlerinde buluyorlar.
Biraz daha öteye gidersek Fatih ve Çarşamba semtleriyle Eyyubsultan semtini de
söyleyebiliriz. Üsküdar karşıda olduğu için orası da Marmara Üniversitesi
öğrencilerini ağırlıyor.
Sözü toparlarsak şunları söylemek istiyorum. Akşam ve yatsı
vakitlerinde bu öğrenciler en başta Vefa’nın manevi koruyucusu Şeyh Ebul Vefa Camii,
daha sonra Şehzadebaşı Camii, mimarî tartışmaya konu olan Süleymaniye camii
yanı başında Beyazıt Camiinde namaz kılan manevi bekçilerdir. Bunları bizzat
gözlemlediğim için söylüyorum. Normalde buralar, gündüz vakti turistlerin; gece
vakti de -dilim söylemeye varmıyor ama söyleyeceğim.- hırsızın, uğursuzun, madde
bağımlılarının, başka kötü işlerin peşinde olanların mekânı durumundadır.
Mütefekkir-yazar Cuma Ağaç üstadımızın bir sözü vardı:
Karanlığı kovamazsınız ama ışığı açarsanız karanlıklar aydınlığa çıkar.
Buralardaki öğrenci yurtları da daha doğrusu öğrenciler de ışık durumundadır.
Öğrenci yurdu ve Süleymaniye Camii silueti hakkında
tartışmayı başlatanlara Yahya Kemal’in Ezansız Semtler adlı yazısını okumalarını
tavsiye ederim. Yazıyı hatırlamak adına ilk başlarını buraya alıyorum.
“Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi
semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir
derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar
işitilmez, Ramazan ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın
çocukluk rüyasını nasıl görürler.”
Neden bu yazıyı okusunlar. Yahya Kemal ezansız semtlerin
hayatımıza girdiğinden şikâyet ediyordu. Şimdi ise ezanı, minareleri, kubbeleri
çok ışıklı bir şekilde yanıp sönen semtlerimiz var ama bu semtlerde namaz
kılacak Müslüman kalmadı. Birbirine selam verecek Müslüman kalmadı.
Bir vakitler merhum Sezai Karakoç’u ve Diriliş Yayınlarını Cağaloğlu’ndaki
Üretmen Han’dan çıkarıp burayı otel yapan zihniyete karşı en çok itirazı yine
ben yapmıştım. O dönemde yine köşemde bu itirazımı yüksek perdeden dile
getirmiştim. O zamanlar bizim çevreden meseleye duyarlı bir yazar
hatırlamıyorum. Sadece Diriliş Yayınlarının kirası bittiği için taşınıyor gibi
cılız haberler duymuştum. Oysa kimse şunu söylememişti. Halbuki her gün ikindi
vakti sonrası Sezai Karakoç’u ziyarete gelenler önce Nur Osmaniye camiinde
ikindi namazlarını kılıyorlardı. Bu selatin camileri ruhsuz bırakmıyorlardı.
Tekrar söylüyorum bahsi geçen yurtlarda kalan öğrenciler
başta Süleymaniye olmak üzere diğer selatin camileri ruhsuz bırakmıyorlar ve
bırakmayacaklar da.