Süleymaniye
İstanbul’un bütün semtleri güzeldir, sevilir. Ama bazıları vardır ki, özgedir ve “Nefs-i İstanbul”u temsil eder. Süleymaniye o mahallelerden biridir. Daha çocukken Süleymaniye’yi duymuştum. Çevremizdeki büyükler, “Kirazlı Mescid Sokağı, No. 46” medresesinden bahsederdi. Risale-i Nur talebelerinin ilk merkezlerinden birisiymiş burası. Dersaadet’e 1978’de geldiğimde ilk ziyaret ettiğim mekânlardan biri, bu tarihî medrese oldu. Tam karşısındaki mescidi de çok sevmiştim: Kirazlı Mescid. Hele Yahya Kemal’e “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nı yazdıran o ulu mabed…
Yaşayan “Marmaratör” ağabeylerimizden Fethi Erhan’in Süleymaniye Mahallesinde Bir Aile isimli eserini görünce sevindim ve heyecanlandım. Alt başlığında Abbas Hilmi Erhan ve Çevresi yazılıydı. Ve kapakta meşhur Kirazlı Mescid Sokağı… Ahşap evlerle süslü tipik bir eski İstanbul sokağı. Yazık ki ne İstanbul o eski şehir, ne de Süleymaniye o eski mahalledir. Varsın olsun. Zira biz iflah olmaz İstanbul âşıkları, değişse/bozulsa da yine şehrimizi çok severiz.
Bizim kültür sanat camiası, Fethi Ağabey’i tanır, sever, hürmet eder. Zira eski irfanımızın, medeniyetimizin yaşayan hakiki temsilcilerindendir. Mühendislik mezunudur, gazetecilik enstitüsünü bitirmiştir. Talebe faaliyetlerine katılmış, MTTB’de Başkanlık yapmıştır. Ve bir devrin irfan ocağı meşhur Marmara Kıraathanesi’nin talihli müdavimlerindendir. Tanımadığı şair, yazar, münevver yok! Bütün bunların yanında haza bir İstanbul Beyefendisidir.
Yazarımız daha önce pederi Abbas Hilmi Erhan’ın İstanbul Camilerinden Vaaz Notları ve Bir Hacı Yolculuğunun Günlükleri kitaplarını kütüphanelerimize kazandırmıştır. Fethi Bey, 1944 Süleymaniye doğumludur. Kitapta bu bereketli ve hayırlı ömrün zihinde kalmış hatıralarını okuyoruz. Eserde sadece bir ailenin özel tarihi anlatılmıyor. Vefa’yı, Süleymaniye’yi ve Fatih’i mesken tutmuş bu kıymetli familyanın çevresi de teferruatlı biçimde dile geliyor. Komşuluklar, yoksullara sahip çıkan aile büyükleri, bayram neşvesi, çocukların Kur’an’a başlayışları, ibadete alıştırılmaları. Ramazan bereketi, iftar coşkusu, teravihler ve bütün cepheleriyle eski İstanbul.Abbas Hilmi Efendi ve diğer aile büyüklerini tanıdıkça kendimizden bir parça buluyoruz. Örnek bir Müslüman Türk ailesidir bu. Ninelerin ve dedelerin, dayıların ve teyzelerin, amcaların ve halaların hükümferma olduğu, pederşahi ailelerin revaç bulup rağbet gördüğü bir kutlu dönem… “Misafir odası” bulunan konaklarda düzenlenen “misafir” günleri… Bugün unutulmuş, belki de yadırganacak o güzelim âdetler, gelenekler birer resm-i geçit hâlinde gözümüzün önünden akıp geçiyor. Türkiye’deki değişim ve gelişim de sayfalara yansıyor. Mesela şu mukayese, dikkat çekicidir: “1960’ta Türkiye’de yedi üniversite vardı, şimdilerde (2023) bu sayı 208’dir.”
Fethi Bey, tanıdığı, çevrelerine girdiği, kendilerinden feyz aldığı şahsiyetleri de tanıtıyor. Onlardan sık sık bahsediyor. Abdülhakim Arvasi’nin yeğeni Cemalettin Parlakışık, Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahman Şeref Laç, Hacı Nazif Çelebi, Muzaffer Ozak Hoca, Ali İhsan Yurt… Bu mürşitlerden biri de büyük mütefekkirlerimizden Nurettin Topçu’dur. İstanbul Erkek Lisesi mezunu olan Erhan, hocalarını sitayişle anlatıyor: “Kayıt yaptırdığım 1955 yılında mezkûr lisenin en genç öğretmenleri 45 yaş civarındaydılar. Nurettin Topçu, Naşit Baylav gibi iki akademisyen (doçent) öğretmenlik yapıyordu. Ayrıca Hakkı Süha Gezgin ve Tahir Nejat Gencay da okulumuzun öğretmenleri arasında idi. Eğitimin kalitesi fevkalâdeydi, lisede seçmeli dersler arasında Latince dersi dahi vardı.” Lisede mutat hâle gelen “aşure günü”ne de mümkün mertebe katılmış yazarımız.
Fethi ağabeyimiz gençlik döneminde, çocukluk yıllarımın hayalini süsleyen Kirazlı Mescit’e namaz kılmaya Abdülhakim Efendi’nin torunu Hikmet Üçışık, Fehim Üçışık, Özer Ravanoğlu, Mehmet Kutlular ile birlikte giderlermiş. Milliyetçi mukaddesatçılar, birlik-beraberlik ruhu içinde o zaman. Aralarında asla ayrılık gayrılık yokmuş. Zira müşterek ve vazgeçilmez değerleri: Allah, vatan, din ve bayrak muhabbeti, bağlılığı! Farklı meşrepleri olsa da hepsi “cami cemaati”nden olup aynı mescidin müdavimleridir. Alınları secdede…
Dergâh Yayınları’nın titiz yayıncılığı ile vücut bulan eserin sayfalarına serpiştirilen fotoğraflar, döneme tanıklık ediyor. Türkiye’nin son asrına zihin yolcuğunu yapıyorsunuz. Fethi Ağabey, dostu merhum Üstün İnanç’ın toplantılarına katılırdı. Diğer dostlar da iştirak eder, “Son Marmaratörler” hatıralarını tazelerdi. Kitapta o bahis de var: “O yıllarda ayrıca Marmara Kıraathanesi müdavimleri arasında yer aldım. Burasının benim hayatımda ikinci bir mektep gibi önemli bir yeri vardır. Bu sayede babam yaşındaki, Türkiye’nin önemli münevverlerinin masalarında oturdum. İlk gittiğim sene Muzaffer Ozak hoca, Erol Güngör, Mehmet Genç, Mehmet Eröz, Mehmed Çavuşoğlu’nu tanıdım. Burada tanıştığım gazeteci büyüklerimden Ahmet Güner Elgin ve Yücel Hacaloğlu ile münasebetlerim vefatlarına kadar devam etti.” Bu “muhtasar ve müfit” eseri sevecek, belki siz de ailenizin kitabını yazmaya başlayacaksınız.