Şuafat Mülteci Kampı'nda îsâr günleri
İşgalci İsrail'in bağımsızlığını ilan ettiği 14 Mayıs 1948'e varan süreçte yerlerinden yurtlarından olan Filistinliler, Batı Şeria, Gazze, Lübnan, Ürdün ve Suriye'de toplamda 61 kamp oluşacak şekilde tesbih taneleri gibi dağıldılar. O nedenle Filistinli kardeşlerimiz 15 Mayıs’ı Nekbe Günü (Büyük Felaket) olarak anarlar.
Büyük sürgünler yaşayan bu coğrafyada, Kudüs’ün hemen yanıbaşında olduğu halde devasa duvarlar nedeniyle el-Aksa ile fiili bağlantısı olmayan bir direniş üssü vardır: Şuafat Mülteci Kampı. İşgalci İsrail’in en çok yıkmaya çalıştığı, saldırıların en yoğun, direnişin de en sert olduğu kamplardan biridir Şuafat. 10 Eylül'de Mescid-i Aksa’nın Meclis (Nazır) Kapısı’nda Doktor Hazım el-Culani, bıçaklı saldırıda bulunduğu iddiasıyla İsrail polisi tarafından vurularak şehit düşmüştü. Kasım ayında ise Silsile Kapısı’nda eylem gerçekleştiren ve Eliyahu David Kay adlı işgalci polisini öldüren Fadi Ebu Şuhaydim de şehit olmuştu. Her iki direnişçi de Şuafat’ta ikamet etmekteydi.
Şuafat Mülteci Kampı’nda yaşayan Filistinliler; ağır kış şartlarında zor günler geçiren Suriye’deki mülteci kamplarına yönelik, geçtiğimiz hafta başlayıp 10 gün sürecek olan bir yardım kampanyası başlattılar. “Ben İnsanım” adlı bu organizasyon ile İdlib civarındaki kamplarda yüzlerce biriket ev yapılması planlanıyor. Şuafat’ta açılan yardım bürosunda bağış yapan bir Filistinlinin nidaları kampta yankılanıyor: “Ey Suriye’nin kadınları ve çocukları ayağınızın altındaki toprakları öperim. Allah’ın izniyle sizi asla bırakmayız. Lebbeyke ya Helep!”
Şuafat’ta başlayan bu çaba birkaç gün içinde dalga dalga bölgedeki tüm kamplara yayıldı. On milyon doları aşan bağışların toplandığı organizasyonda Beyt Hanina’dan, İsawiya’dan, Taberiya’dan, Şeyh Cerrah’tan bileziklerini, küpelerini, altın sikkelerini veren kadınların, harçlıklarını bağışlayan çocukların görüntüleri yansıyor ekranlara. 150 öğrencili El-Aksa Şeriat Ortaokulu öğrencileri 6276 şekel topladıklarını gururla paylaşıyorlar.
Önümüzdeki günlerde sona erecek olan bu yardım kampanyasını diğerlerinden ayıran ne? Elbette ki yardım yapan insanların kendilerinin de yardıma muhtaç olması. Filistinlilerin fiili olarak hatırlattığı bu çabaya “îsâr” diyoruz. Îsâr, “Bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması” anlamına geliyor. Diğergamlık olarak da bildiğimiz bu yardımlaşmanın en güzel örneğini İslam tarihinde, ensar-muhacir kardeşliğinde görürüz. Yermük Savaşı’nda şehid olmak üzere olan yaralılar arasında yaşanan su paylaşımı da bunun güzel bir şahitliği değil midir?
Yunanistan’ın giysilerini, paralarını gaspedip, komaya sokacak kadar dövüp ıslatarak Türkiye tarafına attığı mültecilerden 19’unun donarak can verdiği, ABD’nin DAEŞ lideri Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi'yi yakalamak için yaptığı operasyonda kadınların ve çocukların hunharca öldürüldüğü günlerde, Kudüs’te başlatılan bu yardım seferberliği büyük anlamlar içeriyor. Bencilliğin, oportinizmin kanser gibi yayıldığı, vahşetin, acımazlığın kol gezdiği bu çağda kendisi ihtiyaçlı olduğu halde kardeşine yardım eli uzatmak ne kadar güzel bir pratik, ne kadar güzel bir şahitliktir.