'Sübhanellah' Ya da Dürüstlüğün Halleri
Bir arkadaşım anlatmış idi. Köylerinin camisinde bir namaz vakti imam ile cemaat arasında ilginç bir diyalog yaşanmış ve bu diyalog sonucunda dürüstlüğünün kurbanı olan bir akrabasına çok üzüldüğünü söylemişti.
Olay şu, bir namaz vakti imam efendi, namazı kıldırırken cemaatten biri, bu namazın yanlış kılındığı düşünür ve adabıyla imama seslenir. "Sübhanellah"u2026 Namazın sakatlığına, arızasına ihtimal vermeyen imam efemdi biraz tereddüt eder. Tam o esnada cemaatten bir diğeri, -imama mı cemaate mi ya da ilk sözü söyleyen uyarıcıya mı bilinmez- şöyle seslenir: "Na Sübhanellah"u2026 Bu ikinci uyarıyla rahatlayan imam efendi namazı devam ettirir. Ve namaz sonunda ikinci uyarıyı yapan şahsı yani "Na Sübhanellah" diyen zatı yanına çağırır ve ona "senin namazın battal oldu. Senin yeniden namaz kılman gerekir" Der.
İpler tam burada kopuyor. Yaptığı işin doğruluğuna inanan, cemaati kendini bilmeyen diğer haziru00fbnun yanlışından kurtaran hatta cemaati sahil-i selamet erdiren bu zat haklı olarak imam efendiye cevap verir. "Neden benim namazım battal oluyor?" diye çıkışır. Bu soruya imam efendi namazın ritüellerini hatırlatarak cevap verir. "Namazda Sübhanellah diye bir terim vardır ama Na-Sübhanellah" diye bir terim yoktur.
Günümüzde dürüstlüğün hallerini sıraladığımızda "Na-Sübhanellah" dediği için mahalle baskısıyla eza ve cefa çeken, ötekileştirilen insanları hatırlarım. Bu eza ve cefa çekenlerin dürüstlüğüne dair zerre kadar bir şüphem yok. Fakat dürüstlükle doğruluğun her zaman örtüşmediğini, hayat kumaşından sürekli çalan bir terzi olarak tecrübe edinmiş biriyim.
Toplum olarak neye aşina olduğumuzu bilen belağat alimleri kalın kalın kitaplar yazmışlar ve bu kitaplarının sonunda her doğrunun her zaman her yerde söylenemeyeceğine kanaat getirmişlerdir.
Bizim beklediğimiz ya da olması gereken durum doğru olanla dürüst olanın iç içe geçmesidir. Fakat gerçek hayatımızda mutlu sonla biten sahneye her zaman rastlayamıyoruz. Burada fikirlerine müracaat ettiğim usta yazar Rasim Özdenören'in şu tespitini dile getirmek istiyorum. Özdenören, "Kişinin kendisini dürüst olmakla birlikte kanaatinin doğru olabileceği veya tersine kişinin dürüst olmakla birlikte kanaatinin doğru olmayabileceği durumlara rastlamak her zaman mümkündür." İfadesi bize dürüstlük ve doğruluk olgusuna bir farkındalık yarattığını söyleyebilirim.
Dürüstlük ile doğruluğun içselleşmediği veya örtüşmediğinin meydana çıkması durumunda bireysel veya toplumsal hüsranların yaşandığını bu "Na-Sübhanellah" misaliyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Misalleri çoğaltmak mümkün olabilir. Mesela ünlü gök bilimci Copernicus (Kopernin) zamanında (16. Asır) güneş sisteminin merkezi yeryuvarlağı kabul ediliyor; güneşin, ayın ve öteki yıldızların kendi yörüngeleri üzerinde yeryuvarlağının çevresinde döndükleri hususu doğru sayılıyordu. Batlamyus'a ait olan bu görüşe yeryuvarlağı böylece evrenin merkezinde sabit biçimde duruyordu. Bu görüşe itibar edenlerin, gerçeğin böyle oluşuna dair küçücük bir kuşkuları yoktur. Gerçek, onların varsaydığı gibiydi. Fakat hakikatin böyle olmadığı ortaya çıktığında bu görüşe itibar edenlerin dürüstlüğünden kuşkuya düşmek akla gelebilir mi? Tabi ki gelmez. Bu görüşe itibar eden insanlar aynı zamanda dürüst insanlardır. Ancak onların dürüst oluşu; görüşlerinin, kanaatlerinin, teorilerinin vesaire doğru olduğu anlamını taşımaz. Dürüstlük burada doğruluğa kanıt oluşturmuyor.
Kıssadan bir hisse çıkarırsak şunu söyleyebiliriz. Dürüstlükle doğruluğun her zaman yek ahenk içinde hareket edemeyeceğini ve bazen farklı düzeylerde çatışma içerisinde girebileceğini söylemek zorundayız. Olması gereken her ne kadar doğruluk ve dürüstlük bir şemsiye altına görmek istesek de bazen mutlu sonla bitmeyen durumlar da ortaya çıkıyor. Üstelik bu mutlu sonla bitmemişlik hüsranının nerelere varacağını kestirmek de zor oluyor. Biz, sadece doğru veya sadece dürüst demek mecburiyetinde kaldığımızda ne yapmalıyız. Zannımca "Sübhanellah" demeliyiz. Yoksa sıfırı tüketebiliriz.
*Eyyüp Azlal