Şubat ayında şehadetin esenlik rüzgârı
İliklerimize kadar
üşüdüğümüz günlerdeyiz. Şehadet ayının iklimi, üşüyen bedenimize inat
yüreğimizi sıcak, temiz, sürur ve esenlik taşıyan cennet soluklu anlara taşır
gibi. Avuçlarımıza dökülüyor şehitler bir bir yıldızlar gibi. Yanan
avuçlarımızla, yanan yüreğimizle, menzillere, sınır tellerine, vurulan
güvercinlere, kırılan zeytin dallarına, acının ve hüznün kuşattığı mahzun
coğrafyamızda yetimlerin üşüyen, titreyen avuçlarına sığınmak istiyoruz.
Mahzunuz, boynu bükük ve çaresiz çocukların kırgın tebessümlerini yüklenmişiz.
Şehadet mevsiminin ilk
yıldızı avuçlarımızı yakıyor. Gelmiş geçmiş en büyük şehadet erlerinden bir er.
Bembeyaz karları melekler arştan arza taşırken usul usul; gözlerimize iniyor
yağmurlar güzel yürekli şehit dedemizi andığımızda. İskilip’in soğuk ve tenha
sokaklarından gelen, yüreği direnmenin bereket sağanağını taşımış nice
gönüllere. İskilipli Atıf Hoca; topraklarımızın, insanımızın kültürel ve
manevi kıyımının bir nişane gibi en büyük şahidi olan kutlu dedemiz.
Aksakallarına nurlar yağmış, yüzünde acının ve direnmenin yorgun hüznü. Ama o
denli de muhkem ve direniş yüklü siması ile geceleri rüyalarında Efendimize
yürüyen cesur şehit. Rüyalarında müjdelere nail olmuş kutlu şehit. Sana selam olsun.
Herkes sıcak
gündemlerle meşgul. Bir bir dökülüyor yıldızlar avuçlarımıza oysa. Yanıyor
avuçlarımız, kor yangını sevdalar çörekleniyor uzaklardan gelmiş… “Gerçek
köleler; boyunduruk zincirlerini kafalarında değil, benliklerinde duyanlardır”
diyen Seyyid Kutub, Mısır’ın
karanlık ve soğuk zindanlarında boyunduruk altına girmeyen özgür ve direniş
yüklü nidasıyla sesleniyor. Çaresizlik içinde kıvranan milletine meşale gibi
ayetleri taşırken, Medrese-i Yusufîyye’ye çeviriyor zindanı. Şehadete teslim
olurken, İslam olmanın, vahdeti kuşanmanın, hareket zamanının geldiğini
duyurmanın destanını yazıyor. Selam olsun kutlu şehide.
Fatih Camii’nin taşları
şahittir. Asırlık çınarları, yolları, kabristanlıkları şahittir. Bir yiğit,
körpe bir delikanlı; yüreği ılık, soğuk rüzgârlarda elleri ceplerinde, öylece
yürümüş pusu üstüne. Uyanış günlerinin taze haberlerini taşırken genç
kardeşlerine, dost bildiği kurşunlarla taşınmış taze bedeni şehadet iklimine.
Molla Sadrettin’in can parçası, rahmetli Süreyya Ablamızın can kuzusu kayıyor
avuçlarımıza; yüreğimiz yangın yeri. Selam olsun körpe şehit Metin Yüksel’e…
Harlem sokaklarının
çılgın delikanlısı, kızıl saçlarında rüzgârlar esiyor. Bataklığın en dibine
vuruyor yüreği, kırgın düşleri. Hidayet, olmadık zamanlarda, olmadık
mevsimlerde sarar kuşatır ya. İşte öyle hidayet sularının arıtan ırmaklarında
yıkanıyor asi, delikanlı, dik duruşlu, kavi imanlı şehit. Önceleri yanlış
adreslerden geçiyor yolu, hidayeti ararken. Hac mevsiminde, tevhidi yaşıyor,
kardeşliği yaşıyor. Vahdeti kuşanıyor. Siyah ve beyaz derilinin kardeş olduğunu
anladığında, gemileri yakıyor ve sahte peygamberlerin karşısına dimdik duruyor.
Şubat soğuğunda, yavrularının körpe yanaklarını son kere öptüğünde, ordu gibi
insanları tek parmağıyla hizaya getirdiğinde, doğruları tevhidî seslenişle
haykırdığında geliyor şehadet. Malcolm X,
haccın arınmışlığında yürüyor şehadete… Selam olsun ey şehit!
Kavruk çöllerde, susuz,
güneşli günlerin bağrında milleti için yollara düşen, teslim olmamanın,
İtalyanların üstün silah ve insan gücüne karşı mücahitleri organize etmenin
eşsiz mücadelesini vermiş Çöl Aslanı. Yıllar süren katliamlar ve kıtlıklar olsa
da teslim olmayan ihtiyar delikanlı. Düşman komutanı Graziani, hatıralarında:
“Ömer Muhtar; inancına, akidesine son derece bağlı bir adamdı. Onun bu inancına
saldırmaya kalkışan kim olursa olsun, büyük bir heyecan ve azimle karşı
koyardı.” diyerek ona duyduğu saygıdan bahsedecektir. Çöl Aslanı, idam kararı
veren mahkemelere tokat gibi sözlerini savuracaktır: “Hüküm ve karar yalnız
Allah’ındır. Sizin bu sahte ve uydurma hükmünüzün hiçbir geçerliliği yoktur.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun/Biz Allah’ın kullarıyız ve sonunda O’na
dönücüleriz.” ‘Senin adın teslimiyet ey İslam!’ dercesine sadece boynunu
Rabbinin huzurunda eğen Ömer Muhtar,
aynı gün, toplama kamplarından getirilen binlerce Libyalı’nın gözleri önünde
şehit edildi. Gayet sakin ve mütevekkil, korkusuzca idam sehpasına çıkarken,
Fecr Sûresi’nin son ayetlerinden: “Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı
edilmiş olarak Rabbine dön.” ayetlerini zikrediyordu. Selam olsun kahraman
şehide.
“Bugün yine kan verdim
yeryüzünün damarlarına.” diyor ya şair. Önden giden tüm şehadet erleri, ümmetin
yaşam damarlarına aşı vurmuşlardır. Direnmenin, özgürlüğün, tevhidin, muvahhid
duruşun, cennetin aşısını vurmuşlardır. Milletlerinin uyanışlarına vesile
olmuşlar, arkalarından yürüyen halkların yollarını umutla, imanla
aydınlatmanın, yol ve kurtuluş olmanın eşsiz destanını yazmışlardır.
Yaşadığımız çağda
şehadet rüzgârları hala esiyor. Direnmek, Rabbinin huzuruna ak alınla çıkmak
için tevhid mücadelesi sürüyor. Habil’in ve Kabil’in safları hep belli. Habil,
ilk şehit. Habil’in yolunda önden giden şehadet erleri. Mısır’ın yangına dönmüş
coğrafyasına umut yağmurları gibi dökülüyor Esma Biltaci’nin gül kokulu taze bedeni... Mavi Marmara şehidi Furkan Doğan, tam umutlarımızın bittiği
anda, gençliğin tükendiğini sandığımız anda yürüyor dirilten şehadet iklimine.
Arkasından akranlarını hayran bırakarak, annelerin dualarını yüklenerek, öylece
yürüyor esenlik yurduna.
Hak ve Batıl davası hep
sürecek. Modern dünyanın tam göbeğinde aylardan Şubat iken, üç gonca gül düşüyor kara toprağın bağrına.
İslam ümmeti, sessiz ve derinden öfkesini, masum şehitlere dua olsun diye
yüreğine gömüyor. Sessizlik, alabildiğine sessizlik sarıyor etrafı. Katiller
mahkemelerde göğüslerini gere gere ifade verirken, insanlığın nutku tutuluyor.
Amerika’nın, insan hakları savunucularının tam önünde vuruluyorlar adeta
güvercinler gibi canice yuvalarında; savunmasız, kimsesiz öylesine masum. Ama
Rablerine hep teslim… 23 yaşındaki diş hekimliği öğrencisi Deah Barakat, 21
yaşındaki eşi Yusor Muhammed Ebu Salha ve 19 yaşındaki Razan Muhammed Ebu
Salha, gençliklerinin baharında hunharca saldırıya uğradılar. Kim bilir, belki
de Kasım ayında evlenen taze çiftlerin ellerinde, hala kınalar vardı. Mülteci
çocukların dualarını yüklenmiş, yardımdan yardıma koşmanın heyecanı vardı
yüreklerinde. Katilin, namluyu genç bedenlerine doğrulttuğunda kim bilir çay mı
içiyorlardı, kahve mi; gülüyorlar mıydı, feyizli bir sohbete mi dalmışlardı,
akşam mahmurluğu mu çökmüştü üzerlerine? Kim bilir… Ama soğuktu ey okur ve
aylardan yine şubattı. Dışarıda fırtına kar, alabildiğine donduran ayaz.
Şehadet, sıcak iklimlerle yürüdü gençlerin taze baharlar gibi bedenlerine.
Mayalansın çiçekler bağırlarınızda, der gibi yürüdü sıcacık… Gencecik
bedenleriyle, masum yaşantıları ile şehadete yürüyen kardeşlerimize selam
olsun…
Bugüne kadar Şubat
ayında ve tüm zamanlarda gelmiş geçmiş tüm şehadet erlerine Rabbimden rahmet
diliyorum.