Su Medeniyeti'nin doğuşu
(1)
Geçtiğimiz
günlerdeki yazımızda Fatih Camii ve medeniyet algımızdaki yerine değinmiştik.
Divan
Şairi Nedim “Bu şehir-i İstanbul ki...”
isimli şiirinde der ki, “Camilerinin her
biri bir kûh-i tecellî, / Ebrû-yı melek
anlara mihrâb-ı duâdır. // Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr, /
Kandilleri mâh gibi lebrîz-i ziyâdır...” (Bu şehirde camilerin her biri, her
yerden görünen dağlar gibidir, o camilerin de dua edilen yerleri, meleklerin
kaşı gibidir. // Bu şehirdeki mescidlerin her biri nûr saçan birer okyanus,
kandilleri ışık saçan ay gibidir.) El-Hak, doğrudur. Bu beldenin camileri,
mescidleri olmasa İstanbul bu kadar güzel tasvir edilemezdi.
8
bin 500 yıllık geçmişe sahip olan İstanbul, gelişip büyüdükçe tarihî, mimarî,
kültürel, ekonomik ve stratejik bir merkez olmasının yanında tarih boyunca
zaman zaman susuzluk riskiyle karşılaşmış. Roma, Bizans ve Osmanlı
İmparatorluğu’na başkentlik yapan İstanbul’da, Cumhuriyet döneminde de su
sıkıntısını aşmak için proje üzerine proje geliştirilmiş.
Bugünden
itibaren kadîm belde İstanbul’u “Su
Medeniyeti” bağlamında değerlendirmeye gayret edip, çeşme ve sebîllerimizin
gürül gürül akmayan sularından tadacağız!..
***
“Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az
bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve
görür kıldık.” (İnsan Sûresi, 2) âyetinden de anlaşılacağı üzere hayat
suyla başlar ve onunla devam eder. Su, bütün din ve kültürlerde kutsaldır.
Canlı olan her şey sudan yaratılmıştır. Canlılar için en önemli nimet olan
suyun kaynaklardan insanlığın hizmetine sunulması için inşa edilen mühendislik
harikası anıtsal mimarî yapılar “Su
Medeniyeti”nin bir parçası hâline gelmiştir.
Osmanlı
Medeniyeti, dünyaya huzur ve adalet dağıtmanın yanında ayrıca inşa ettiği
şaheserlerle âdeta imzasını atmış. Bu şâhaserlerin bir kısmı da hükmettiği
coğrafyalara götürdüğü “Su Medeniyeti”dir.
Bu medeniyetin izlerinin üzerinden asırlar geçmesine rağmen şarktan garba kadar
bütün bölgelerde su yolları, su terazileri, su bentleri, su kemerleri,
maksemler, şadırvanlar, çeşmeler, sebîller ve insanlara hizmet eden vakfiyeler
hâlâ varlığını sürdürmektedir.
Sur
içindeki İstanbul, fetihten önce su ihtiyacını su birikintilerinden oluşan
sarnıçlarla karşılarken, fetih sonrası İstanbul’un dışından su kemerleri
marifetiyle getirilen sulara ilavelerle birlikte sarnıçtan çeşmeye geçiş
yaparak âdeta “Su Medeniyeti”nin
zirvesine çıkmış. Yani bir anlamda “ölü
su”dan “canlı su”ya diğer bir
anlamıyla âb-ı hayata dönüştürmüş. Bugün bilim insanları “akan su”yun önemini değişik çalışmalarla ortaya koymaktadır.
Fatih
Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar aktif olarak kullanılan sarnıçlar,
Osmanlı İmparatorluğu dönemine gelindiğinde “durgun su”yun sağlık bakımından uygun olmaması nedeniyle âtıl hâle
gelmiş veya başka amaçlar için kullanılmış.
OSMANLI, “SU MEDENİYETİ”Nİ
SEBÎLLERDE SEMBOLLEŞTİRMİŞ
Her
sokakta, her meydanda sebîl ve çeşmeler inşa ve ihya eden Osmanlı, “Su Medeniyeti”ni bu yapılarda
sembolleştirmiş.
Türklerin
hayırseverliğe ve temizliğe verdiği önem, su tesisleri, sanat ve mimarilerine
de yansımış. İstanbul’un kalbi yarımadada neredeyse her adımda karşılaşılan
çeşme ve sebîller, asırlarca sosyal dayanışma ruhunu yansıtmakla kalmayıp, “Su gibi azîz ol” terennümünün duaya
dönüşmesine vesile olmuş.
Kapalıçarşı (iki şadırvan, bir sebîl, on altı çeşme),
Feyzullah Efendi, Rehâbula Kadın,
Rüstem Paşa, Hüsrev Kethüda,
Divanyolu Mehmed, Çarşıkapı Mehmed Ağa,
Mimar Sinan, Koca Sinan Paşa, Kuyucu
Murad Paşa, Damat İbrahim Paşa,
Ayasofya, Nuruosmaniye, Hamidiye, Muradiye, Yeni Camii, Sultanahmet Camii,Sâliha Sultan, Üçüncü Ahmed
Çeşme ve Sebîlleri bunlara
birkaç örnektir.
Sadece
Türk mimarisine özgü olan sebîller, bir külliyenin içinde veya yapının yanında
bağımsız olarak inşa ve ihya edilmiş. Osmanlı su mimarisinin zarif sanatsal
eserleri sebîllerin önlerindeki pencerelerinden dışarıdaki halka haftanın bazı
günlerinde rutin olarak “fî sebîli’llâh”
(Allah yolunda, Allah rızası için) şerbet, bazı günlerinde su ikram edilirmiş.
İşte
insanlığa hizmet için böyle ulvî miraslar bırakan ecdadın eserleri vandalizmin
iç acıtan, yürek burkan yıkımlarına rağmen hâlâ ayakta kalmaya çalışıyor.
Bu eserlere yer vermeye
kalksak sayfalar yetmez. Fakat
biz M.Ö. 667 yılında Sarayburnu’nun olduğu bölgede Kral Megaralı Byzas
tarafından kurulan “Byzantion” yani Augusta Antonina, yani Nova Roma, yani Konstantinopolis, yani 8 bin 500 yıllık kadîm bir geçmişe sahip
olan inançların, kültürlerin, ticaretin, medeniyetlerin kalbi olan İstanbul’un su sarnıçları, çeşmeleri ve
sebîlleri daha doğrusu “Su Medeniyeti”
hakkında tadımlık bilgiler aktaracağız.
***
İSTANBUL’DA 4’Ü AÇIK,
BİNLERCE SU SARNICI VARDI
Tatlı
su kaynakları bakımından yetersiz olan “Byzantion”un
bu ihtiyacının giderilmesi amacıyla 2.
yüzyılda, Roma İmparatorluğu
döneminde İmparator Hadrianus
tarafından Belgrad Ormanları
civarından şehre su taşıyan hat tasarlanmış. Fakat nüfusun artmasıyla birlikte
baş gösteren su problemini çözmek için 4.
yüzyılda, İmparator Valens
döneminde, Trakya tarafındaki kaynaklardan şehir merkezine su taşıyan uzun bir
isale hattı inşa edilmiş. Hat 373 yılında, İmparator
I. Theodosius döneminde bugünkü Kırklareli yakınlarına kadar uzatılmış. Bu
yolla kente iletilen suların depolanması için şehirde yer altındave yer üstündeolmak üzere iki tip sarnıç
inşa edilmiş. Kente taşınan su, ihtiyaç üzerine yapılan irili ufaklı çok
sayıda sarnıçta depolanmaya başlanmış. Bu süreçte sayıları binleri bulan irili
ufaklı kapalı olanlardan farklı olarak açık
hava sarnıçlarından ise sadece 4 tane inşa edilmiş.
Roma
ve Bizans İmparatorlukları döneminde inşa edilen sarnıçlara kuşatmalar
sırasında sular depo edilir, gerek içme suyu olarak gerekse çeşitli alanların
sulanmasıyla birlikte farklı şekilde değerlendirilmek için kullanılırmış.
Osmanlı Devleti ise içme suyu olarak kullanmasa bile bahçe sulama başta olmak
üzere sarnıçlardan sürekli faydalanılmış.
Dört
tarafı taş ve tuğlalardan yapılan duvarlarla çevrili devasa su hazneleri, depo
işlevi görmelerinin yanı sıra suyun getirdikleriyle dolan zemin nedeniyle
ziraat yapılan alanlar olarak da kullanılmış. Sadece sarnıç görevi görmeyen
yapılar “çukurbostan” olarak da
adlandırılmış. Tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan kentin su
ihtiyacının depolanıp giderilmesi için inşa edilen açık ve kapalı devasa su
hazneleri, Fatih ve Bakırköy’de tarihe tanıklığını sürdürüyor.
İstanbul’daki
bu 4 sarnıçtan 3’ü [İmparator II.
Theodosius döneminde yaptırıldığı tahmin edilen Aetios Sarnıcı (Karagümrük
Stadı), Karagümrük’te; Bizans
İmparatoru I. Leon döneminde General Aspar tarafından inşa ettirilen Aspar Sarnıcı (Yavuz Sultan Selim Sarnıcı), Yavuzselim’de;
I. Anastasius tarafından inşa ettirilen Hagios
Mokios Sarnıcı (Altımermer
Çukurbostanı), Fındıkzade’de] yani Suriçi bölgesini kapsayan Fatih’te, diğeri ise [Bizans İmparatorluğu’nun altın çağı
olan 5. ve 6. yüzyılda, Magnaura Sarayı ile çevresinin su ihtiyacını karşılamak
için yaptırılan Osmaniye Veliefendi’deki Fildamı
Sarnıcı (İşlevini kaybetmesinin
ardından orduya ait fillerin barınma mekânı olan sarnıç, Osmanlı döneminde de
bu işlevini devam ettirmiş.) ]
sur dışındaki Bakırköy’de bulunuyor.
Üstünde
tarım yapıldığı için “çukurbostan”
olarak adlandırılan açık hava sarnıçları günümüzde sosyal, kültürel ve sanatsal
etkinliklerin yanında sportif faaliyetlere ev sahipliği yapıyor.
*
TARİHÎ YARIMADA’DA BİNLERCE
SU SARNICI VARDI
Bu
bahsettiğimiz açık hava sarnıçlarının
yanında bir de kadîm şehrin su ihtiyacını karşılayan kapalı sarnıçlar var. Kadîm geçmişe sahip İstanbul’da, Bizans
döneminde 4. yüzyılda yapılmaya başlanan sarnıçlar, dönemin mimarî anlayışını
yansıtmasının yanı sıra kentin tarihî dokusunda önemli yer tutuyor. Tarihî
Yarımada’da, Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a hayat veren ve sayıları binlerle ifade edilen bu yeraltı
sarnıçları zaman içerisinde işlevini kaybederek kaybolmaya yüz tutmuş. Yapılan
çalışmalarla birlikte ancak 200
kadarının yeri tespit edilebilmiş.
*
Tarihî
Yarımada’da yapılan inşaat temel kazılarında kimi zaman bu tür sarnıçlara
rastlanmaktadır. Ancak bu yapılar, kayda geçseler dahi çoğunlukla müze ya da
koruma kurulu arşivlerindeki ilgili parsel dosyalarında kalmakta ve akademik
camiaya tanıtılamamaktadır. Temel kazıları sonucu ortaya çıkarılmış sarnıçların
bir kısmına ait kalıntıların korunması suretiyle üzerlerine inşaat yapılmasına
izin verilebilmektedir. Günümüzde pek çok apartman ve iş hanının bodrum
katlarında bulunan bu kalıntılar yayınlara geçmemiş olduklarından, arşiv
taraması yapılmadıkça tespit edilebilmeleri mümkün olmamaktadır.
Arkeolog
ve mimarlık tarihçisi Dr. Kerim Altuğ
tarafından 2012’de yayımlanan “Tarihi
Yarımada’nın Bilinmeyen Bizans Dönemi Sarnıçları” isimli çalışmada ilginç
bulgulara yer verilmiş. Çalışma kapsamında 158 sarnıç ve sarnıca dönüştürülmüş
çeşitli altyapılar kataloglanarak mimarî özellikleri kent topografyasına
katkıları açısından detaylı incelemeye tabi tutulmuştur. İncelenen yapılar
arasında, hakkında yayına rastlanmayan dikkat çekici örnekler olan İstanbul
Lisesi altındaki sarnıç, Vefa Kilise Camii’nin batısındaki sarnıç, Vefa Meydanı
Sarnıcı, Sarnıçlı Han Sarnıcı, Vidinli Tevfik Paşa Caddesi Sarnıcı, Kirmasti
Sarnıcı ve Fethiye Caddesi Sarnıcı olmak üzere Tarihî Yarımada’daki sarnıçlarla
ilgili bilgilere yer verilmiş.
Bunlarla
birlikte Tarihî Yarımada’da Bizans dönemine ait olduğu tespit edilen onlarca
kapalı sarnıcın kalıntıları hakkında detay bilgilere yer verilmiş. Biz burada
âdeta iğne ile kuyu kazılarak yapılan çalışmalarda ortaya çıkartılan “yitik hazine”lerin yer ve isimlerinden
bahsedeceğiz.
YEREBATAN SARNICI, SINIRLARI
AŞAN ŞÖHRETE SAHİP
Kapalı
sarnıçların en etkileyicisi, en büyüğü ve şöhreti sınırları aşmış olan Yerebatan Sarnıcı (Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 526-527 yılları arasında
yaptırılan sarnıç), diğer adıyla Bazilika Sarnıcı’dır.
İçinde
224 sütun bulunan, 3 bin 584 metrekare büyüklüğündeki Bizans döneminin ikinci büyük sarnıcı Sultanahmet'teki Binbirdirek Sarnıcı (Burası diğer ziyarete açık sarnıçların
aksine İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından değil, özel işletmece
çalıştırılıyor. Sarnıçlara giriş ücreti 80 Türk Lirası’ndan başlayıp,
değişkenlik gösteriyor);Piyer
Loti Caddesi’nde bulunan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından
restorasyonu yapılarak 2018 yılında açılan, II. Theodosius döneminde 408-450
yılları arasında yapıldığı tahmin edilen, zeminden tavana yüksekliği 11 metreyi
bulan, içinde 45 adet yelken tonoz ve 32 adet sütun yer alan, 360 derece
projection mapping sistemiyle ışık gösterilerine sahne olan, Ayasofya'dan 100
yıl daha eski, bin 600 yıllık Şerefiye
Sarnıcı; Milattan Sonra 5 ila 7. yüzyıllar arasında Bizans döneminde inşa
edildiği düşünülen, 1913 yılında parkta yapılan kazılar ile yeniden keşfedilen,
uzun bir dönem akvaryum olarak hizmet veren 7 metre yükseklikte, 17 metreye 12
metre genişlikte olan ve içinde 12 adet sütun bulunan Gülhane Parkı Sarnıcı (İBB
tarafından yapılan restorasyon sonucu kültür ve sanat faaliyetlerinin yapıldığı
sanat merkezine dönüştürüldü) gibi bir çok eser İstanbul’u ziyaret edenlerin görmeden gitmediği kadîm miraslar
arasındaki yerini koruyor.
YERLERİ TESPİT EDİLMİŞ OLAN
ZİYARETE KAPALI SARNIÇLAR
*
Cankurtaran Mahallesi, Saraçhane Çıkmazı Sokak’ta 1971 yılında gerçekleştirilen
inşaat temel kazısı esnasında ortaya çıkarılan Saraçhane Çıkmazı Sarnıcı,
*
Binbirdirek Mahallesi, Divan Yolu Caddesi ile Işık Sokak kesişiminde
gerçekleştirilen temel kazısında ortaya çıkarılan Işık Sokak Sarnıcı,
*
Mercan Mahallesi, Fuat Paşa Caddesi ile Çökelek Sokak kesişiminde yer almakta
olan binanın bodrum katının tamamı Erken Bizans Dönemi’ne ait Mercan Sarnıcı,
*
Molla Fenari Mahallesi, Nuruosmaniye Caddesi üzerinde1980 yılında gerçekleştirilen temel kazısı ile kısmen ortaya
çıkarılan Erken Bizans Dönemi Nuruosmaniye Küçük Sarnıcı,
*
Hobyar Mahallesi, Cemal Nadir Sokak’ta yer alan İstanbul Lisesi yanında 1973
yılında inşa edilen yurt binasının temel kazısı sırasında ortaya çıkartılan
Erken Bizans Dönemi İstanbul Lisesi Yurt
Binası Sarnıcı,
*
Hobyar Mahallesi, Hanımeli Sokak’ta 1988 yılında gerçekleştirilen inşaat temel
kazısında ortaya çıkartılan ve 1078 yılında inşa edilen Botaneiates (Kalamanos)
Sarayı’nın alt yapısı ile ilişkilendirilen Acımusluk Sokağı Sarnıcı’nın
doğusunda yer alan Besler Han Sarnıcı,
*
Süleymaniye Külliyesi’ne ait sıbyan mektebinin avlusundaki kuyudan
girilebilen Orta Bizans Dönemi’ne ait
olduğu düşünülen dikdörtgen planlı, iki sütunlu Süleymaniye Sıbyan Mektebi Sarnıcı,
*
Hacı Kadın Mahallesi, İmaret Sabunhanesi Sokak 21 kapı numaralı parselde 1996
yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısı sırasında oldukça iyi korunmuş
olarak ortaya çıkarılan ve birbirleri ile bağlantılı 3 adet beşik tonozlu
mekândan meydana gelen İmaret
Sabunhanesi Sokağı Sarnıcı,
*
Mimar Kemalettin Mahallesi, Ordu Caddesi üzerinde 61 kapı numaralı parselde
1987 yılında gerçekleştirilen inşaat temel kazısında ortaya çıkarılan
dikdörtgeni andıran formda ve bütünlüğü tamamıyla bozulmuş Ordu Caddesi Sarnıcı,
*
Mimar Kemalettin Mahallesi, Haznedar Sokak’ta 1975 yılında gerçekleştirilen
otel inşaatı temel kazısında, parselin kuzeydoğu köşesinde ortaya çıkarılan
olan Erken Bizans Dönemi’ne ait dikdörtgen planlı Akgün Otel Sarnıcı,
*
Balabanağa Mahallesi, Ahmet Şuayip Sokak’ta 1991 yılında yapılan temel
kazısında, parselin kuzey bölümünde Erken Bizans Dönemi’ne ait duvarı kalıntısı
ile hemen önünde 6. yüzyıla tarihlenen İonik impost tipte başlıklara sahip üç
mermer sütun olarak ortaya çıkarılan “L” formundaki Adem İş Hanı Sarnıcı,
*
Mimar Kemalettin Mahallesi, Yakupağa Fırını Sokak’ta 1995-1997 yılları arasında
gerçekleştirilen kurtarma kazıları sonucu ortaya çıkarılan ve oldukça büyük
ölçülerdeki yapılar grubuna sahip olan Star
İş Merkezi Sarnıcı,
*
Haydar Mahallesi, Bıçakçı Çeşme Sokak’ta 1992 yılında gerçekleştirilen inşaat
temel kazısı esnasında tespit edilen Orta Bizans Dönemi’ne ait Bıçakçı Çeşmesi Sokak Sarnıç ve Ayazması,
*
Haraççı Karamehmet Mahallesi, Üsküplü Caddesi üzerinde yer alan Horozoğlu İş
Hanı’nın bodrum katında bulunan ve on basamaklı bir merdivenle inilen, küçük
bir ön oda ile daha büyük boyutlu ikinci mekândan meydana gelen Üsküplü Caddesi Sarnıcı,
*
6. yüzyılda inşa edilen ve 9 ile 13. yüzyıllarda esaslı onarımlar gören, Bizans
Dönemi’nin başlıca manastır kiliselerinden, bugünkü Kocamustafapaşa Camii
(Sümbül Efendi Camii), Ayios Andreas Kilisesi’nin güneydoğu tarafında yer alan
dikdörtgen planlı, mermer kuyu bilezikli iki adet su alma menfezi vasıtasıyla
girilebilen Kocamustafapaşa Camii
Sarnıcı,
*
12. yüzyılda inşa edilen Pantokrator Manastırı ile ilişkili beş adet sarnıç
bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Zeyrek (Pantokrator) Sarnıcı, Şeyh Süleyman Mescidi’nin kuzeyindeki
tuğlayla örülen ve çapraz tonozların olduğu ve 6 tane de Marmara mermerinden
beyaz sütunlarla taşınan bir üst yapı sistemine sahip olan sarnıç, İbadethane
Sokağı 1 , 2 ve 3 numaralı sarnıçlar olarak tanımlanmış İbadethane Sokağı Sarnıcı,
*
Atik Mustafa Paşa Mahallesi, Dervişzâde Sokak’ta bulunan Anemas Kulesi’nin
hemen doğusunda yer alan, Anemas
Zindanları restorasyon çalışmaları esnasında gün ışığına çıkarılan dikdörtgen
planlı Anemas Kulesi Sarnıcı ve bunlara
ilave olarak son yıllarda yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan sarnıçlardan
bahsedeceğiz.
Bunun
son örnekleri Fatih Camii ve Külleyesi
içinde bulunan Karadeniz Medresesi
Sarnıcı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde
yürütülen yenileme çalışmaları sırasında bin yıllık Bizans Sarnıcı ve geçtiğimiz ay yeni keşfedildiği açıklanan Fethiye Camii’nin doğu cephesindeki
Orta Bizans döneminde inşa edildiği düşünülen Fethiye Camii Sarnıcı’dır.
İSTANBUL’UN ALTINDA GİZEMLİ
BİR DÜNYANIN İZLERİ VAR
KARADENİZ
MEDRESESİ SARNICI
Havariyyun
Kilisesi’nin üzerine inşa edilen Fatih Camii’nin temelinde bu kilise
kalıntılarının bulunduğu, bununla birlikte İstanbul’un en büyük su
sarnıçlarından olan ve 51 metre uzunluğunda, 35 metre genişliğinde olduğunu ve
43 sütunla ayakta duran Karadeniz
Medresesi Sarnıcı, gizli kalmış tarihî hazinelerimizden birisi.
Bizans
döneminde inşa edildiği düşünülen Karadeniz
Medresesi Sarnıcı, Fatih Camii’nin Haliç tarafındaki bahçesinin alt kotunda
yer alıyor. Geçmişte, bölgenin su ihtiyacını karşılamak için kullanılan
sarnıcın üstünde medrese bulunuyor. Henüz tamamı keşfedilemeyen ve içinde yer
yer botla gezilebilen sarnıcın turizme kazandırılması için çalışmalar sürüyor.
Kültür
ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyon
çalışmalarıyla sarnıcın üst kısmındaki Karadeniz
Medresesi’ndeki çalışmalar devam ediyor. Bu çalışmaların tamamlanmasının
ardından Karadeniz Medresesi Sarnıcı
da restore edilerek turizme kazandırılmayı bekliyor.
*
CERRAHPAŞA
SARNICI
İmparatorluklara
başkentlik yapan İstanbul’un altından âdeta tarih fışkırıyor. Geçtiğimiz yılın
sonunda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin bulunduğu mekânda yürütülen yenileme
çalışmaları sırasında bin yıllık Bizans Sarnıcı’na rastlandı. 23 metre
uzunluğunda, 7 buçuk metre genişliğindeki sarnıç, aralarında arkeolog,
restoratör ve sanat tarihi uzmanlarının bulunduğu yaklaşık 70 kişilik bir ekip
tarafından elle kazılarak ortaya çıkarıldı.
14
kubbeli sarnıç, Horasan Harcı olarak da bilinen Roma Harcı ile inşa edilmiş.
Osmanlı dönemine kadar kullanılmış. 1980’lerde ise üzerine beton kanal
yapılmış.
Sarnıç,
alınan koruma kurulu kararı ile Cerrahpaşa kampüsü içinde başka bir yere
taşınarak restore edilecek ve ziyarete açılacakmış.
*
FETHİYE CAMİİ SARNICI
Fatih
ilçesinin Balat semtinde 13. yüzyılda yaptırılan ve 16. yüzyılda kiliseden
camiye çevrilen Fethiye Camii ve
çevresindeki restorasyon ve kazı çalışmaları 2018 yılından beri devam
ediyor.
Arkeolog
Murat Sav’ın aktardığı bilgilere
göre, Bizans dönemindeki adı Pammakaristos Manastırı, 1590’ların başında Sultan
3. Murad’ın Revan Seferi’nde kazandığı başarı ve fetihlerin nişânesi olarak
Fethiye ismiyle camiye dönüştürülen yapıda, restorasyon ve kazı çalışmaları
Kültür ve Turizm Bakanlığı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor.
Kazılar
kapsamındaki kot çalışmaları esnasında 1890’lı yıllarda krokisi çizilen
sarnıcın yanı sıra farklı bir sarnıca daha rastlandı. Yapının doğu cephesinde
yani apsisinin olduğu noktanın hemen önünde art arda 3 büyük kubbe, 14 sütun ve
bin 100 metre büyüklüğünde çok farklı plana sahip bir sarnıç daha ortaya
çıktı. Orta Bizans döneminde inşa
edilmiş çeşitli su yollarının da yer aldığı kazı alanında küçük bir hamam ve
arkeolojik buluntulara rastlandı.
Restorasyonu
gerçekleştirilen Fethiye Camii’nde ise daha önceki onarımlar esnasında
kullanılan çimento sıvalar kazınarak yapının özgün detayları ortaya çıkartıldı.
Taşıyıcı ayaklar ve kemerler, kalem işleri, mermer minber ve mihrap camiye
dönüştürüldüğü dönemin baş mimarı Dalgıç Ahmet Ağa tarafından ustalıkla
işlenmiş olan Fethiye Camii’nde yapılan çalışmalar neticesinde, hem Osmanlı hem
Bizans dönemindeki duvar özellikleri ve inşaat teknolojisi korunarak tekrar
özgün görüntüsüne kavuşturuldu.
Restore
edilen Fethiye Camii’nin önündeki kazı alanı bu yıl içerisinde arkeopark olarak
hizmet vermeye başlayacak, caminin hemen yanındaki Hazreti İsa’nın vaftiz
sahnesinin ve 12 havarisinin yer aldığı değerli mozaikleri içinde barındıran
şapel ise müze olarak yeniden faaliyete geçirilecek.
Yarın
devam edeceğiz, inşallah.