Su gibi azîz ol Eroğlu
Kainatın Sultanı Efendimiz, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır” buyuruyor. Bir insan bunu şiar edinmişse, “sırât-ı müstakîm”den sapması mümkün değildir. İnsana hayrı olan, mahlûkata, hatta bitkilere ve çevreye faydalı olmaz mı?.. Fayda ne kelime; dünya durdukça eserleriyle anılır, yangın yerine çevrilmiş gönülleri su gibi ferahlatır.
Su;
tüm canlılar için vazgeçilmez olan...
Su;
Hz. Mûsâ’nın âsâsını taşa vurmasıyla on iki gözeden fışkıran...
Su;
anne Hâcer’in hervelesine karşılık İsmâil’in yanıbaşından çıkan Zemzem...
Su;
Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ve yoldaşlarından esirgenen...
Su;
âb-ı hayattır.
Her
ne kadar merhum yaptığı su barajlarından dolayı Süleyman Demirel için “Barajlar Kralı” denilse de, su projeleri
deyince bizim aklımıza yine bir İstanbul Teknik Üniversiteli (İTÜ) olan Devlet
Su İşleri’nde (DSİ) ortaya koyduğu hizmetlerle “su medeniyetini ayağa kaldıran adam” eski Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Recai Kutan ve tabi ki “Suya İmza Atan” Prof. Dr. Veysel Eroğlu
gelir.
Neden?..
Kısaca bahsetmeye gayret edelim...
1994
öncesi, İstanbul’un susuzluğu had safhaya ulaşmıştı. Bu durum, İstanbullulara
büyük ıstırap çektiriyordu. Temizlik bir yana, gece yarısı gelmesi muhtemel
suyun sesini beklemekten psikolojik olarak rahatsızlanan ve bidonlarla su
taşımaktan bel ağrısına yakalanan milyonlarca İstanbullu perişan bir hâldeydi.
İstanbul’a su temin etmek, atık suları toplayarak arıtmak, denize deşarj etmek
ve su havzalarını korumakla mükellef bir kurum olan İSKİ ise, yöneticilerin
skandalları ile anılıyordu. İflasa düşmüş, hizmet verebilmekten uzak bir
kurumdu. 1994 yılındaki borcu o tarihteki değerle 35 trilyon Türk Lirası
civarındaydı.
Kadîm
belde İstanbul’u yönetmek için koltuğa oturan “Tek Parti” zihniyeti, hizmet yerine yolsuzluk ve skandallara imza
atıyordu. Bu da yetmezmiş gibi şehir susuzluk ve çevre felaketi yüzünden travma
geçiriyordu. Dereler açık su kanalları, denizler kirli, Haliç lağım çukuru idi.
İstanbul, susuzluktan Kerbelâ’ya dönüşmüştü.
*
UÇKUR VE İSKİ SKANDALI İLE SANDIĞA
GÖMÜLDÜLER
Neden?..
1989
yılında İBB’yi yönet(emey)en jakoben “Tek
Parti” zihniyeti yüzünden...
CHP
zihniyeti 1994 yılında İstanbul’u neden kaybetmişti?..
3Ç;
yani Çöp, Çamur ve Çukurlar yüzünden...
3Y;
yani Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklar yüzünden...
Ve
uçkur davasıyla patlayan İSKİ Skandalı yüzünden... Sosyal Demokrat Halkçı
Parti’nin (SHP) adayı Nurettin Sözen 1989 yılı yerel seçimlerinde İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı olmuştu. Bu dönemde İstanbul Su ve Kanalizasyon
İdaresi (İSKİ) Genel Müdürü olan Ergun Göknel, kendisinden 29 yaş küçük olan
sekreteri Feray Karvar’la gayrı meşru ilişkiye girmiş, bunun sonucu olarak 22
yıllık eşi Nurdan Erbuğ’un yolsuzluklarla ilgili bilgileri fâş etmesiyle İSKİ Skandalı patlak vermişti.
Bu
hengâme ve yolsuzluk sarmalı devam ederken 27 Mart 1994’te yapılacak Mahalli
İdareler Seçimleri için Refah Partisi
başkan adaylığı tespit çalışmaları yapılıyordu. İstanbul için Ali Coşkun, Prof.
Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Recep Tayyip Erdoğan’ın isimleri geçiyordu. Uzun
tartışmalardan sonra ibre Recep Tayyip Erdoğan’a döndü ve bütün teşkilatlar “94 Ruhu”yla çalışarak, seferi zafere
çevirdi. Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı oldu. Millî Görüşçüler
“94 Ruhu”yla iktidara yürürken, SHP
uçkur ve İSKİ skandalıyla sandığın dibine gömüldü.
*
“TAYYİP’İN İŞİ ALLAH’A KALDI...”
Fakat
İstanbul’un su meselesi başta olmak üzere, çöp dağları, hava kirliliği,
Haliç’in pis kokusu, atıksu kanalizasyonu ve arıtması gibi daha bir çok
problemi vardı. İstanbul’un 60 günlük suyu kalmıştı.
1984’te
doçentken Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Beşiktaş’taki kampüsüne dersten
çıktıktan sonra durakta beklerken, oradan arabasıyla geçen Recep Tayyip
Erdoğan’ın “Karşıya geçiyorsanız
herhalde, buyurunuz... Ben Recep Tayyip Erdoğan...” muhabbetiyle yolları
kesişen yoldaşa çok ihtiyaç vardı. Erdoğan görevi milletten teslim alır almaz,
Eroğlu’nu arayarak, “Veysel Hocam ne
zaman İSKİ’ye başlıyorsun?..” diyerek yeni görevini tevdî etti. Prof. Dr.
Veysel Eroğlu, 5 Mayıs 1994 Cuma
günü vazifeyi devraldığında İstanbul’un, İstanbullunun durumu buydu.
Eroğlu,
İstanbul’un 40 yıllık su problemini 1 yılda çözmek için kolları sıvadı. Fakat
Yasama, Yürütme, Yargı’nın yanında
kamuoyu adına vazife yapması gereken “Dördüncü
Kuvvet; Medya”, “İstanbul’un 60
günlük suyu kaldı, Tayyip’in işi Allah’a kaldı...” manşetleriyle ortalığı
bulandırıyor, “yağmur bombası mı
atılacak, yağmur duasına mı çıkılacak?...” tezvirâtlarıyla moral bozulmaya
çalışılıyordu.
*
“DEVLETTE SÜREKLİLİK VARDIR, BORCUNU
ÖDE!..”
Diğer
taraftan ise, İSKİ’nin borçlarından dolayı haciz işlemleri yapılıyor, elektriğinin
kesilmesi için teşebbüste bulunuluyordu. İSKİ Skandalı ve kurumun iflası
yüzünden müteahhitlere 1,5 yıldır ödeme yapılmamıştı. Alacaklılar Eroğlu’nun
makam odasını basacak kadar işi ileri götürmüştü. Hatta alacaklı firma
sahiplerinden birisi, “Sayın Genel
Müdür, devlette süreklilik vardır, borcunu öde!..” deyince Eroğlu karşı
atağa geçip, “Evet, devlette devamlılık
vardır. Şimdiye kadar alacağınız ödenmemiş, devamlılık icabı ben de
ödemiyorum!..” diyerek resti çekti.
Fakat
gece gündüz demeden yapılan çalışmalar, geliştirilen projeler sayesinde borçlar
ödenerek, “İSKİ batmış, para alınamaz”
denilen İSKİ’ye yeniden itibar kazandırıldı.
Eroğlu,
1994 öncesi İstanbul’da yaşanan susuzluğun giderilmesinde İstanbul Su ve
Kanalizasyon İşletmesi ve İSKİ Genel Müdürü olarak suya imza atarak, kadîm
İstanbul’u büyük bir felaketten kurtardı.
İnsan,
Veysel Eroğlu ismini duyunca tebessüm edip, “su gibi azîz ol efendim” demekten kendini alamıyor. Eroğlu’nu yakın
çevresi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) hoca, akademisyen olarak tanısa
da, bizim hayatımıza dokunuşu, İstanbul’un susuzluktan kırıldığı 1994 yılında
İstanbul Su ve Kanalizasyon İşletmesi’nin genel müdürlüğüyle başladı. Ardından
1999’da İSKİ Genel Müdürlüğüyle, İstanbul’un su problemini çözmesiyle gönlümüzdeki
yerini perçinledi. İSKİ Genel Müdürlüğü vazifesi boyunca susuz İstanbul’u suya
doyurmak, Haliç’i ve denizleri kurtarmak, ağaçlandırma ve büyük çevre
yatırımlarını gerçekleştirmek için fedakârca gece gündüz çalıştı.
*
“ERDOĞAN, ARTIK MUHTAR BİLE OLAMAYACAK”
İBB
Başkanı Erdoğan, İstanbul’a yapacağı hizmetlerde önüne çıkan esaret
zincirlerini birer birer kırarken “zamanın
ruhu”na seslenmek için 6 Aralık 1997’de Siirt’in Cumhuriyet Meydanı’nda “Minareler süngü, kubbeler miğfer, / Camiler
kışlamız, müminler asker, / Bu ilahi ordu dinimi bekler, / Allahu Ekber, Allahu
Ekber...” dizelerini okuyunca vesayet odaklarının kurduğu mahkemede hükmü
verilerek görevden el çektirilip, 120 günlüğüne Pınarhisar’daki “Medrese-i Yusufiye”ye gönderildi.
Erdoğan halkın teveccühüne ket vuranların “artık
muhtar bile olamayacak” manşetlerine inat davasından asla vazgeçmeyeceğini
“bu şarkı burada bitmez...” diyerek
sevgi gösterileri arasında Pınarhisar Cezaevi’ne uğurlandı.
Bu
fetret döneminde göreve başkan vekili Ali
Müfit Gürtuna seçildi. Yaklaşan 18 Nisan 1999 mahalli idareler seçimi için
siyasi yasaklı Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, Eroğlu’nun İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı için görevinden istifa etmesini istedi. Görev insanı Eroğlu
başarmanın çalışmaktan geçtiğini bilen biri olarak gece gündüz demeden
tüneller, çocuk parkları, kütüphaneler, tarihi eserlerin ihyası, depreme
hazırlık gibi birbirinden faydalı projeler hazırladı.
Fakat
Erbakan’ı tesir altına alan bir zümre, “Bu
adam bir şey koklatmaz, ne yer ne içirir” diyerek başkan adaylığında
Eroğlu’nun üzerinin çizilmesini, buna mukabil Ali Müfit Gürtuna’nın adaylığının
ilanını sağladı. Eroğlu bunun üzerine “Hasbinallahu
ve ni’mel vekîl” diyerek İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat
Fakültesi’ndeki görevine döndü.
*
TÜRKİYE’NİN MEGA PROJELERİNE İMZA ATTI
İstanbul
Su ve Kanalizasyon İdaresi’nde 1994-2002 yılları arasında görev yapan
Eroğlu’nun hayata geçirdiği içmesuyu barajları, atıksu şebekeleri gibi dev
projeler sayesinde İstanbul dünyanın ilk on şehri arasına girdi.
Dünyanın
131 ülkesinden daha büyük olan İstanbul’da 1994 yılında başlayan Toparlanma’dan
sonra 1995’te Hamle, 1996 yılında başlayan Çevre’den sonra 1997’de Mavi Haliç,
1998 yılında başlayan Mavi Marmara’dan sonra 1999’da Havzalar, 2000 yılında
başlayan Hizmette Kalite’den sonra Suda Kalite Yılı başlıkları altında yapılan
hizmetlerin hepsinin altında Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun imzası vardı.
Tabi
gece gündüz demeden yapılan bu hizmetlere imza atılırken jakoben zihniyet, ödül
olarak teftiş ve mahkemelerle süreci akâmete uğratmak için elinden geleni
arkasına koymadı. Fakat, “iman varsa,
imkân vardır” düsturuyla bütün zorluklar birer birer aşıldı.
Bugünkü
İstanbul’un su problemi yoksa bunda Eroğlu’nun katkısı büyüktür. Sadece
İstanbul mu?.. Hayır. 2003 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Çevre ve
Orman Bakanlığı (2007-2011), Orman ve Su İşleri Bakanlığı (2011-2018)
dönemlerinde Türkiye su yatırımlarında altın çağını yaşadı.
654
baraj, 605 HES, 462 gölet ve bent, 51 yer altı besleme tesisi, 1561 sulama
tesisi, 286 içmesuyu temin tesisi, 24 atıksu tesisi, 297 toplulaştırma tesisi, 5.249
adet taşkın koruma tesisi olmak üzere 9 bin 189 tesis hizmete sunularak, bütün
şehirlerin problemini çözdü.
Bu
hizmetlerin mottosu “Suya Atılan İmza”dır.
*
Prof.
Dr. Veysel Eroğlu, saydığımız hizmetlerin yanında 45'i yabancı dilde olmak
üzere 350’nin üzerinde kitap, bilimsel makale, tebliğ ve meslekî teknik
raporlarına bir yenisini ekleyerek yeni bir esere daha imza attı: “Suya Atılan İmza”.
İnkılâb Basım Yayım tarafından Kasım 2022’de yayımlanan eserde, Eroğlu,
Şuhut’tan yola çıkarak Afyonkarahisar ve ardından İstanbul’da üniversite ve
İSKİ’deki 2002 yılına kadar olan hâtıralarını anlatıyor.
Efendim,
su gibi azîz olunuz...
***
BENİM ADIM VEYSEL EROĞLU
1948 yılının
sıcak bir Ağustos günü Afyonkarahisar’a bağlı Şuhut ilçesinde dünyaya gelmişim.
Türk boylarının yoğun olduğu bu şirin beldeye dedelerim Orta Asya’dan gelmiş.
Babam Hacı İbrahim, anam Emine. Ah çileli anam; dört çocuğuna yemeyip yediren,
giymeyip giydiren anam. Babamı kaybedince bir başına kalıp, bize umut bağlayan
anam.
İlk
mektebi Kurtuluş İlkokulu’nda, ortaokulu Şuhut’ta, liseyi Afyon Lisesi’nde
okudum. Bu dönemde “İnşaat Yüksek
Mühendisi” olmayı kafama koydum. Fakat babamın ısrarı üzerine önce Ankara
İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldum. Kaderin cilvesine bakar mısınız, daha sonra
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) İnşaat Fakültesi’ni kazandığım açıklandı.
Babacığımdan müsaade isteyip KTÜ’ye kaydoldum. Başarılı performansım bana yatay
geçişle İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) kapılarını açtı. Bu kutlu
kapıdan İstanbul’a girerken, “Rabbim, bu
şehre güzel hizmet etmemi nasip eyle” diye hasbi bir duada bulundum.
Allah
(c.c.) dualarımı kabul etti...