Srebrenitsa, Myanmar, Filistin ve soykırım
Dün Srebrenitsa’da Sırplar, Myanmar’da
Budistler, bugün de Filistin’de Yahudiler milyonlarca Müslümanı katlederek
insanlık suçu işledi, işlemeye devam ediyor. Müslüman kanı bu kadar ucuz mu?!..
Yahudiler, iki bin yıllardır kendilerine
başkaları tarafından yaşatılan sürgün, sefaleti ve acıyı yurtlarından
sürdükleri, canlarına kast ettikleri Filistinlilere reva görüyor.
Bu noktaya nasıl gelindi, tarihi gelişme ve
“oldu-bitti”lere bir göz atalım...
*
9 Aralık 1917 günü İngiliz
General Allenby “Babu’l-Halil” kapısından Kudüs’e girerken, Osmanlı Devleti’nin
buradaki 401 yıllık hakimiyeti sona eriyordu. Bu da kadim topraklar için huzursuzluğun
başlangıcı demekti. 30 yıl boyunca yüz bin İngiliz askeri Filistin’i mâtemi
bitmeyen beldeye dönüştürdü.
1948 yılının bir Mayıs akşamı
gaydaların sesi çok eski ve dolambaçlı yollara son kez yayıldı. Bu ses Kudüs’ün
Eski Şehri’ni işgal eden İngiliz askerlerinin gidişini bildiriyordu.
Yahudiler Sokağı’nın
pencerelerinde ya da sinagogların ve dinsel okulların eşiğinde, uzun sakallı
ihtiyarlar bu geçit törenini izliyordu.
30 yıllık tatsız bir hâkimiyetten
sonra bu surları terk edip gitme sırası İngiliz askerlerinindi. Kudüs’ün
göklerinde dalgalanan İngiliz bayrağı indiriliyor, yerini siyonizmin mavi-beyaz
bayrağı alıyordu.
*
1922 yılında Milletler Cemiyeti
tarafından Türkiye’nin yerine, Filistin’de İngiltere’yi hâkim kılan manda
yönetimi bu kararıyla bölgeyi kaosa sürükleyecek bir süreci başlatıyordu.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında
Ortadoğu politikasını dilediği noktaya götürmek için İngiltere’nin Filistin’e
ihtiyacı vardı. Burası, Irak’ın akıl almaz zenginlikteki petrol yataklarıyla
Taymis Nehri’ne kadar İngilizleşmiş hayati bir geçit olan Süveyş Kanalı
arasında köprü görevini sağlayacaktı.
Bu isteği gerçekleştirmek için,
İngiltere, gösterişli bir şekilde, beş yüz yıllık Türk hâkimiyetini bir
aydınlık Hıristiyan üstünlüğü örneğiyle silmeye ve dağınık Yahudilere eski
vatanlarının kapılarını açmaya girişmişti. Ama problemler tümüyle üstesinden
gelinemeyecek bir biçimde ortaya çıkmış ve başarısızlığın bilincine varan
İngiltere, sonunda manda yönetiminden vazgeçmişti.
*
14 Mart 1948 günüydü. Sir Alan
Gordon Cunningham, o gün İngilizlerin Filistin’den ayrıldıklarını, Yahudilerin
İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilân ettiklerini, Arapların savaşa girdiklerini
gördü. Bir ihtilaf Kutsal Toprağı alevlere boğacak ve bu alevler bir daha da
sönmeyecekti.
İhtilafı kaçınılmaz kılan ise bir
oylama oldu. 29 Kasım 1947 soğuk bir Cumartesi günü, ilk savaş mermilerinin
Kudüs damlarına düşmesinden 6 ay önce, yeni kurulan Birleşmiş Milletler
Örgütü’ne üye elli altı ülke temsilcileri New York banliyösündeki Flushing
Meadows’da toplanmıştı. Orada, eski bir patinaj salonunun kubbesi altında,
Akdeniz’in doğu kıyısında yer alan, Danimarka’nın yarısı, nüfusu Belçika
nüfusunun beşte biri kadar olan, Eski Çağ haritaları yapanlar için evrenin
merkezi ve dünyanın başlangıcında bütün insanların yollarının yöneldiği bir
toprak şeridinin, yani Filistin’in kaderini çizeceklerdi.
*
Birleşmiş Milletler’in kısa
tarihinde, bunca ihtirasın gemi azıya aldığı görüşmeler pek nâdirdi. Örgütte
temsil edilen her ülke bu bölgeye, şu ya da bu şekilde, manevi mirasının bir
bölümünü borçluydu. Uluslararası meclise Filistin’in Arap ve Yahudi olarak iki
ayrı devlete bölünmesi teklif ediliyordu. Böylece ortak bilgelik 30 yıl süren
iç savaşa son verecekti. Ama, umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma
haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler
karışımıydı.
Kurulacak Yahudi devletinin
topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı Arap olduğu halde,
Filistin’in yüzde elli yedisi Yahudilere bırakılıyordu. Bu Yahudi topraklarının
girintili, çıkıntılı ve acılı sınırlarına gelince, sağduyuya olduğu kadar
savunma gereklerine karşı da gerçek bir meydan okumaydı.
*
Birleşmiş Milletler’in denetimine
bırakılan Kudüs, üzerinde ne Arapların ne de Yahudilerin başkent
kuramayacakları bir uluslararası toprak oluyordu.
Birleşmiş Milletler’in tarihi
toplantısından aşağı yukarı tam 30 yıl önce, İngiltere Yahudilere, içlerinden
pek çoğunun beslediği düşü gerçekleştirmeleri için ilk elle tutulur fırsatı
vermişti: “Filistin’de bir yuva kurmak”.
Yahudilerin tarih boyunca
yaşadıkları sürgün yıllarında tek altın çağını İspanya’da kurulan Endülüs
Emevileri dönemiydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını kaparken,
Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler’in gaz odalarında korkunç
Yahudi kıyımı dizisi İslâm dünyası tarafından değil, hep Avrupa’nın Hıristiyan
ülkelerince sürdürülmüştü.
Dolayısıyla, işlenen cinayetlerin
yükü bize değil bu uluslara yüklenmelidir, diye itiraz ediyordu Araplar.
*
Bu süreçte Filistin’in
paylaşılmasını gerçekleştirmekte en çok çaba gösteren Birleşik Amerika’ydı.
Başkan’ın danışmanı olan iş adamı Bernard Baruch, Fransa’nın Birleşmiş
Milletler’deki delegesi Alexandre Parodi’yi, ülkesinin paylaştırmaya karşı
çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel olduğunu söyleyerek
tehdit etmekten çekinmemişti.
Bu hayati süre boyunca,
paylaştırmaya karşı dört ülke (Yunanistan, Liberya, Haiti ve Filipinler)
inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı.
New Yorklu parlamento üyesi
Emmanuel Cellar, Başkan’a yolladığı bir açık telgrafta “Yunanistan gibi direnen
ülkelerin yola getirilmesini” istedi. Koridorlarda korkunç söylentiler
dolaşıyordu. Bunlardan birisine göre Tayland delegesi öldürülmüştü.
Eğer Birleşmiş Milletler,
Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün Arap devletlerinin
desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez Yahudilerle
savaşacaklardı. Eski Yahudi tapınağının mihrabında kurban edilen hayvanlarla,
İsa’nın (a.s.) çarmıha gerilişiyle, insanların duvarları dibinde ölüşüyle Kudüs
yeryüzünde hiçbir şehrin yaşamadığı dökülen kanın laneti içinde yaşamıştı.
*
Tek Tanrı’ya inanan üç büyük din
(Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) tarafından kutsal sayılan Kudüs’ün
taşları bu üç dinin kutsal izlerini ve din adına işlenmiş cinayetlerin anısını
taşımaktaydı. Davud ve Firavun, Sennaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptoleme,
Titus ve Godefroy de Bouillon komutasındaki Haçlılar, Timurlenk ve Selahaddin
Eyyübi’nin askerleri, Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri, hepsi
burada savaşmıştı. Hepsi Kudüs için can vermişlerdi.
Eski Şehir’in öbür ucunda, geniş
bir alanın ortasında, Kudüs’ün başka bir inanç için taşıdığı önemin tanığı
Kubbetu’s-Sahra yükselir. Tek ve rahmet sahibi Allah’ı yücelten zarif yazıları
şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine karıştığı kubbesinin
mozaikleri altında siyah bir kaya yığını (Hacer-i Muallak) görülür. Eski
Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı’nın tepesidir. İslâm
geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Burak’la miraca
çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail aleyhisselâmın elinin izi olduğu kabul
edilir.
Hz. Süleyman’ın (a.s.) yaptırdığı
tapınağın kalıntısı olan Ağlama Duvarı, Yahudiliğin en kutsal yeridir. Yirmi
yüzyıldan beri, dört yana dağılmalarının ardından ağlayan Yahudiler ona doğru
dönerler. Koca taş bloklarının yarıkları ve çatlakları arasında bir sürü kağıt
parçası bulunur. Kimi Tanrı’ya bağlılık mesajı yollamıştır, kimi yeni doğan
çocuğunun ya da hasta karısının Tanrı tarafından kutsanmasını ister, kimi de
ters giden işlerinin düzelmesini ya da İsrail halkının kurtuluşunu diler.
Kim bilir kaç kuşak Yahudi,
Hıristiyan ve Müslümanlar birbirine karışmış olarak bu vadinin beyaz taşları
altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri barışı ölümde
bulmaktadırlar. Birbirine düşman etnik ve tarihsel bir sürü adacığa bölünen
Kudüs’e, işgalci İngilizler üç yeni bölge daha eklemişlerdi.
*
Arap ya da Yahudi bütün Kudüs
halkı, aynı kuşku içinde şehrin kaderinin bağlı bulunduğu uzak toplantının her
sözünü dinlemek üzere radyolarının başına toplanmıştı.
Kurulda, David Ben Gurion dört
elin havaya kalktığını gördü. Bir Yahudi devleti kurma kararı tek oy farkla
sağlandı. David Ben Gurion, on bir kere daha masaya vurdu ve açıkladı: “İsrail
Devleti doğdu. Oturum kapanmıştır.”
Sonra kurul yeni devlete bir ad
koymaya karar verdi. “Sion” ve “İsrail” adları ortaya atıldı. Oylama sonucu
Yahudi devletinin adı “İsrail” olacak ve resmen “İsrail Devleti” diye
anılacaktı.
Otuz üç devletin Filistin’i
paylaştırmayı kararlaştırdığı akşam doğan ihtilaf, başka kurbanlar verilmesine
yol açacak ve pek çok sarsıntılara sebep olacaktı.
Siyonist Yahudiler, iki bin
yıllardır kendilerine başkaları tarafından yaşatılan sürgün, sefaleti ve acıyı
yurtlarından sürdükleri Filistinlilere reva görecekti.
Ve artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktı!..
Kaynakça: Kudüs… Ey Kudüs, Larry
Collins - Fransız Dominique Lapierre, Kronik Kitap
***
TERÖRİST İSRAİL VURUYOR DÜNYA SUSUYOR
“Küresel Firavunlar”, Filistin
ablukasını 14 Mart 1948’den beri sürdürüyor; yaşanan katliamlara tıpkı
Srebrenitsa’da olduğu gibi, tıpkı Myanmar’da olduğu gibi soykırım yaşanıyor.
Filistin’de kıyamet yaşanıyor; insanlık susuyor!.. “Kınama” eyleminden bile imtina
eden BM susuyor, İslam âlemi susuyor; dünya susuyor!..
Tarihin içine sığmayan
coğrafyaların ötesinde, çağlar öncesini ve sonrasını kendinde buluşturan
medeniyet havadan, karadan ve denizden yağdırılan bombalarla yok ediliyor.
7 Mayıs’ta Mescid-i Aksa’da
ibadet eden Müslümanlara saldırmaya başlayan Terör Devleti İsrail şu ana kadar 52’si
çocuk olmak üzere 181 masumu katletti. Ramazan, bayram demeden katletmeye devam ediyor.
Beşikteki bebeler, annelerinin
kucaklarında dehşeti yaşayan çocuklar, yurtlarını kanlarının son damlasına
kadar savunmaya yemin etmiş mustazaflar, harabeye dönen evler, camiler,
okullar, hastaneler, uluslararası basın merkezleri hedef ayırt etmeden
bombalanıyor.
Filistin’de nereye baksanız
feryatlar arş-ı âlâya yükseliyor. Mustazaflar ateş topuna dönen yurtlarından
savruluyor. İman sancağını düşürmemek için tek başına “küfür milleti”ne direnen
İslâm Âlemi'nin öncü birlikleri imdat çığlıkları arasında can çekişiyor. Doğu
Kudüs’le, Şeyh Cerrah’la, Batı Şeria’yla, Gazze’yle birlikte insanlık da
çığlıklara duyarsız bakışlar arasında ölüyor.