Squid Game: Altta kalanın canı çıksın!
Güney Kore
dizisi SquidGame’in ilk sezonunu izledim.Güney Kore özellikle sinema sektöründe
her geçen gün varlığını ağır bir biçimde hissettiriyor.
2020’de BongJoonHo’nun Parazit filmi en iyi
yönetmen ve en iyi film Oscar’ını almıştı. Beğenerek izlediğim harika bir
filmdi.
Bizim ülkede
maalesef sağlam, kaliteli, orijinal senaryolara rastlayamıyoruz. Aşk 101 gibi saçma sapan diziler çeken
bir kafa var ülkede. Eğitim sisteminin
çarpıklığından mıdır bilinmez ciddi bir üretme kabızlığı çekiyoruz.
Gelelim
diziye;
LarsvonTrier ve GalderGaztelu-Urrutiagibi bazı yönetmenler “gerçeği” tüm
acımasızlığıyla ve çıplaklığıyla gözlerimizin içine sokarlar. İzleyenler bilir,
Urritia,ThePaltform filminde adaletsizliği,
sınıf farklılıklarını, aç gözlülüğü keskin ve net bir biçimde gözlerimizin
içine soka soka anlatmıştı.
HwangDong-Hyuk daNetflix’te yayınlananSquid Game adlı dizide benzer bir
yöntem izlemiş.
Senaryosunu
2009 yılında yazdığı ancak o tarihlerde pek makbul görmeyen Squid Game bugün
Netflix aracılığıyla tüm dünyada izlenme rekorları kırıyor.
Şayet bir film olarak yayına
girebilseydi kuşkusuz sinema tarihinin kült filmleri arasında yerini
alabilirdi.
Borca
batmış, toplumda saygınlığını yitirmiş, çaresizlik içinde kıvranan kısacası bir
baltaya sap olamayan 456 oyuncu, bilmedikleri gizemli bir yerde kurallarını
başkalarının belirlediği 6 farklı oyunu kazanmaları gerekmektedir.
Kazanan kişi büyük ikramiye olan 45,6
milyar won (yaklaşık 350 milyon) alacaktır.
Dizi kendi istekleriyle gelen daha
doğrusu son çare olarak bu yolu tercih eden 456 oyuncunun, büyük ikramiyeyi sahip olmak için birbirleriyle yaptıkları kıyasıya
mücadeleleri anlatıyor.
Mücadele dediğime bakmayınız. Elenen
oyuncular bunu yaşamlarıyla ödüyorlar.
Bu arada SeongGi-hun karakteriyle 456’yı oynayan
Lee Jung-jae’nin performansına
bayıldım. Müthiş bir iş çıkarmış. Park
Hae-soo, Yeong-su Oh ve HoYeonJung
gibi oyuncular da fevkalade iyiydiler.
Dizi, “zenginin daha zengin fakirin
daha fakir kaldığı” acımasız kapitalist sistemi eleştirse de insanoğlunun
güdülerine ve hırslarına da bir göndermede bulunuyor.
Yine buna
bağlı olarak Darwin'in kuramının sosyal alanda uygulanması olan sosyal Darwinizm de dizide işlenen ana
temalardan biri.Acımasız rekabet duygusu
ve güçlünün hayatta kaldığı bir dünya.
Bir
gazeteciye ya da siyasetçiye; boğaz manzaralı bir villa, yüksek maaş ve nakit
olarak da ölene kadar yetecek büyük bir miktar para teklif edildiğini düşünün.
Karşılığında ise; kurallarını sadece teklifi yapanların belirleyeceği bir
oyunda hata yapmadan oynamak olsun.
Buna “insan kalmakta ısrarcı olanlar
hariç” kaç kişinin hayır diyeceğini düşünürsünüz?
Dizi tam da bu noktada daha fazla
kazanma arzusu güden insanoğlunun yapısal sorunlarına da dikkat çekiyor. Kaldı
ki modern kapitalist çağda bir diğerinin üzerine basarak yükselmenin adına
başarı demiyorlar mı?
Gerçek
dünyada da oyunun kurallarını belirleyen elit bir zümre var. Dizide olduğu gibi
ellerinde viski kadehleriyle güdülerine esir düşmüş çaresiz insanların
birbirlerini imha etmelerini zevkle izliyorlar.
Ve gerçek
hayatta da kazanmak için her şeyi mubah gören insanların kavgasına şahit
olmuyor muyuz?
Ne diyordu
oyuncu 322;“Geri dönecek bir evim yok.
Burada en az bir şansım var. Ama dışarıda? Dışarıda hiçbir şeyim yok. Çünkü
kapitalist sistemde insanlara hiçbir şans tanınmıyor.
Ve ilk oyun;
“O, bağırdığında ilerlemenize izin
verilir, yeşil ışık, kırmızı ışık diye bağırdığında durur. Daha sonra
hareketiniz tespit edilirse elenirsiniz.”
Bir şirkete ya
da memurluğa alınma etabı diyebiliriz buna. Oyunun kuralları açık ve net. Dur
denildiğinde duracaksınız, yürü denildiğinde yürüyeceksiniz! Aksi takdirde
elenirsiniz.
Dolayısıyla
ilk etap kurallara itaati sembolize ediyor.Platon’un
“Devlet” adlı eserinde de çocukların oynadığı oyunların ileride kurallara
uymaları bakımından önemi işlenir.
Şeker
oyununda ise seçilen şekli çıkarmak için sürekli onu yalayan oyuncuların durumu
sanırım günümüzde yükselmenin yolunun sadece yalamaktan geçtiğini düşünenlerin
durumuna benziyordu.
Dizi
hakkında konuşacak çok şey var. Neticede bugün de küresel elitlerin kurallarını
belirlediği oyunları piyasa denilen arenada oynamıyor muyuz?
Gi-Hun gibi
ne pahasına olursa olsun vicdanını yitirmemiş insanların olması da tek ümit
kaynağımız.