Spekülatif ilahiyatçılık!
Geçtiğimiz haftalarda Dokuz Eylül’den bir ilahiyatçı, öğrencilerine Meryem kıssasını anlatırken Hz. Meryem’in bekareti ve Hazreti İsa’nın babasız doğuşu meselesine ilişkin olarak spekülasyona açık bir üslupla, kafa karıştırıcı ve yanıltıcı sözler sarf etti. Yayınlanan ses kaydına göre söz konusu öğretim üyesinin Hazreti Meryem’in iffetine gölge düşürecek imalarda bulunduğu ve Kur’an’daki açık beyana rağmen Hz. Meryem’in şahsiyeti noktasında zihinlerde soru işareti oluşturacak bazı açıklamalarının olduğu anlaşılıyor.
Bu konuşmanın öncesinde ve sonrasında
hangi cümleleri kurduğunu tam olarak bilmiyoruz. Ancak öğrencilerin derste dile
getirdiği itirazlara bakılırsa söz konusu konuşmanın İslami perspektifle
bağdaşmadığı ortadadır. Buradan hareketle aşağıdaki tespitleri dile getirmenin
konuyu takip edenler bakımından yararlı olacağına inanıyoruz. İslam, vahiy
merkezli bir din olarak, bağlılarından şeksiz şüphesiz iman ve teslimiyet
ister. Bu teslimiyetin ilk durağı “Tevhid”dir. Tevhidi düşünceyi ve Tevhid
inanışını ayakta tutan en büyük ve en güçlü hazine, birincil kaynak Hz.
Kur’an’dır. Kur’an’ın muhkem (anlam yönünden
başka bir ihtimal taşımayan açık mânalı ayet) ve müteşabih (Terim olarak mâna yönünden birden fazla ihtimal
taşıdığından anlaşılmasında güçlük bulunan lafız veya söz) olarak
adlandırılan ayetleri İslami düşüncenin oluşumunda en temel kilometre taşları
olarak karşımıza çıkar. Akaid, tefsir, fıkıh, kelam gibi ilim dallarına bu
ayetler kaynaklık teşkil eder. Emir ve hüküm belirten ayetler dışında geçmiş
ümmetlere, nebilere, resullere ve kendisine Kur’an’da özel olarak atıf yapılmış
kimselere temas edilmiş olması ise şüphesiz bir tesadüf değildir.
Geçmiş ümmetlerin başlarından geçen
olaylar, yani çeşitli peygamber kıssaları, peygamber yakınlarının Tevhid’le
olan ilişkisi, küfürde ve şirkte ısrar eden kafir ve müşriklerin Kur’an
tarafından bizzat zikredilmiş olması ve bunlar hakkında çeşitli bilgiler
sunulması, Kur’an’ın muhatabı olan akıl sahibi kimseleri doğru bilgiye, Tevhidî
düşünceye ve imana davet etmeye matuftur. İster ilim sahibi olsunlar isterse olmasınlar,
İslam’a gönülden intisap etmiş ve İslam’ı bir inanç ve yaşam biçimi olarak hür
iradeleriyle tercih etmiş olanlar için Kur’an bir bütündür, tamamına iman
etmeyi gerektirir. Çünkü Kur’an’da ayetle sabitlenmiş hususlar ya da çeşitli
evsaftaki bilgiler haktır ve
“Hakk” kaynaklıdır. Hakk’ın kaynaklık ettiği bilgi ise spekülasyondan uzak bir
bilgi türüdür. Vahiy (Kur’an) kökenli bilginin üzerinde spekülasyon yapmak
(Hadis ilimlerindeki cerh ve tadil meselesi konunun dışındadır) bu bilgiyi
tahrif edilmiş başka ilahi kökenli kaynaklardaki bilgilerle açıklamaya çalışmak
ya da felsefi spekülasyonun aracı haline getirmek ilim, irfan ve hikmet
yolculuğumuzu zehirlemeye çalışmakla eşdeğer bir tavırdır.
Elbette
felsefe ve mantık alanı yüzyıllar boyunca İslam ilim geleneği içerisinde
kendisine yer bulmuş ve çeşitli düşünce açılımları üretmiş bir alandır. Ancak;
felsefe bir bilgi ve hikmet arayışı, bir bilgi sevgisi, düşünmeye dair bir
yöntem arayışı olarak tavsif edilirse, bu alanın kötüye kullanılması daha açık bir
ifadeyle salt aklı bilgi kaynağı olarak gören ve vahyi devre dışı bırakan bir
seviyeye indirgenmesi, felsefenin İslami düşünceyi ve Tevhid inancını
zehirleyecek bir spekülasyon faaliyetine dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır.
Meseleye
Kur’an nazarından baktığımızda İslami düşüncede akıl ve vahyin buluştuğu ideal
nokta “muğlaklık” ya da “belirsizlik” değil, kat’ilik ve sarihliktir. Hakkında
Kur’an yoluyla kesin bilgiye sahip olduğumuz bilgiler açıktır ve kat’idir. Bir
örnek vermek gerekirse Kur’an’da Hz. İsa’nın validesi Meryem’in iffeti
konusunda şu ifadeler yer almaktadır: “Meryem:
Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum
olabilir? dedi.” (Meryem Suresi 20.Ayet). “İffetini
korumuş olan, İmran kızı Meryem'i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona
ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden
itaat edenlerdendi.” Tahrim Suresi, Ayet:12). Gerek Meryem Suresi’nde, gerekse Tahrim Suresi’nde yer
alan bu açık ifadelere rağmen Hz. Meryem’i iffetsizlikle vasıflandırmak
Hz. Kur’an’ın beyan buyurduğu kat’i ve açık hükme ya da bilgiye muhalefet
etmektir. Bu muhalefet olsa olsa ya kişinin cehaletinden yahut felsefi-ilmi
kifayetsizliğinden, son bir seçenek olarak ise kasıtlı tutumundan
kaynaklanabilir. Kur’an’ın açık şekilde ortaya koyduğu bir bilgi (ayetle sabit)
üzerinde spekülasyon yapmak, “Öyle miydi? Böyle miydi?” gibi muğlaklığa ve
müphemliğe kapı aralayacak girişimlerde bulunmak, “Yok aslında şöyle” gibi
çarpıtmaya dönük yargılar geliştirmek, vahye olan sadakat ve inancın, Allah’tan
gelen bilgiye olan güvensizliğin bir sonucu olarak okunabilir.