Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Ağustos 2020

Sözleşme, kadın, şiddet vs…

Sözde kadın haklarını korumak için kurulmuş dernekler, insan haklarının hiçe sayıldığı bazı durumları “kadın hakkı ihlali” olarak tanımlayarak “anlam karmaşasına” neden oluyorlar.

Kadının toplumdaki yerinin güçlendirilmesi oldukça “kutsal” bir görev. Ama sanki ülkemizde “yerli bir güçle” oluşturulmuş iyi niyete; hak ve hakikate dayalı bir mücadele güden kurumların tümü bir şekilde birileri tarafından ele geçiriliyor ardından kuruluşlarını sulandıracak işlere imza atılıyor.

Feminizm konusu tüm dünyada aynı durumda… Savundukları değerlerin çok dışına savruluyorlar. Feminizm felsefesinin kurucularının hayatı ve düşünce prensipleri iyi tahlil edildiğinde kadınların “baskılanan bazı haklarının geri alınması” amacının çok ötesinde işlerle ilgilenildiği izlenimi veriyor. Tüm dünyada ahlâk dışı ilişki biçimlerini normalleştirmeye çalışan ve marjinal cinsel yönelimlerin yılmaz savunucusu pozisyonundaki yapılara dönüşüyorlar. Hatta kurucu değerlerinden o kadar çok sapıyorlar ki “siyasi manevralar” yapacak duruma geliyorlar.

Kadın haklarının hiçe sayıldığı bazı durumlarda var gücüyle kamuoyu oluştururken bazı durumlarda ise basit bir “kınama” ile yetinebiliyorlar.

Sermiyan Midyat, İsmail Küçükkaya, Ozan Güven, Tardu Flordun, Hayko Cepkin, Hüsnü Şenlendirici ve son dönemde HDP’li Tuma Çelik ile Mensur Işık…

Kadına şiddet, taciz, tecavüz gibi suç niteliği olan olaylar yaşanıyor. Ama sırf dünya görüşleri “aynı” olduğu için yapılan çirkinlikler “yok” sayılıyor. Siyasi kayırmacılık yapılıyor.

Hani bu derneklerde kadın halkları savunuluyordu. Bir de Cübbeli Ahmet’in bu yapılanlara konu bir iş ile isminin anıldığını düşünün.

Sözde kadın savunucularının sokak gösterilerini…

Ne hükümet kalır ne din ne hak ne hukuk…

Ey kıymetli okuyucum…

Burada ince bir oyun var. Bu oyun tüm dünyada oynanıyor. Değerleri törpülemek isteyenler bir değeri merkeze alan bir çalışma başlatıyor.

Sonrasında bulabildikleri tüm “olur olmaz” işleri bu meşru değerin etrafına yerleştirerek bizlerin o

değeri görmezden gelmesine neden oluyorlar. Kadına şiddet kesinlikle kabul edilebilecek bir şey değil. Ne Türk tarihinde ne de İslâmiyet’te yeri yok. Sağı solu olmaksızın, Arap toplumlarının “Cahiliye” devrinden kalma âdetlerini alan cahil kesimlerin işidir bu. Türk toplumunun bu tür STK’lara ihtiyacı yok. Bizim tarihimiz de inancımız da kadına yüksek değer biçiyor. Sosyal hayatın tam ortasına koyuyor. Sarıp sarmalayıp eve hapsettirmiyor.

İşte Hazreti Hatice örneği…

İşte Tomris Hatun örneği…

Ve daha niceleri…

Kadın haklarını koruduklarını iddia ederek cinsiyetler arasında ayrımcılık oluşturmaya çalışan ve kadın ile erkeği birbirine düşman ettiren yapıların açıklamalarını dikkate almamak gerekiyor.

Ama toplumumuzda kadına yönelik şiddetin varlığı maalesef inkâr edilemez.

Bunun en büyük sebebi “eğitim”. İnsanlar birbirlerine nasıl davranacaklarını bile doğru düzgün öğrenemiyorlar. Ahlâk da her daim her işin başını çekiyor.

İstanbul Sözleşmesi bizim yitirdiğimiz değerleri yerine koymak için oluşturulan “eksik” bir girişim. Açık bırakılan kapılar bazı yapıları meşrulaştırsa da sözleşmenin iptal edilmesi bu yapıların varlıklarını yok etmeyecek.

Kadına şiddetin önlenmesi için 6284 sayılı kanunda, şiddet durumunda “kadının beyanının esas

alınacağı” uygulaması kadın cinayetlerinin gündemimizde yoğun bir yer tuttuğu bir dönemde çözüm olarak sunuldu. Etkili de oldu.

Toplumun eğitim ve ahlâkî eksiklikleri giderilene kadar yürürlükte kalması gereken bu yasaların

bazıları tarafından bir menfaat aracı olarak kullanması tüm sorunların sebebi.

Bazı avukatlar; boşanmak ardından da tazminat ve nafaka almak isteyen kadınların “haklılık”

durumunu umursamadan sadece “para” kazanmak için erkeklere “şiddet uyguladığı iftirasını”

attırabiliyor.

Bazı kadınlar, iş hayatlarındaki başarısızlığını örtmek için bu kanunu bir “tehdit ve şantaj” aracı olarak kullanabiliyor.

Bu ahlâksızlıklar şiddet gören kadınların hayatını kurtaran bir yasanın içinin sulandırılmasına neden oluyor.

Kadına en büyük darbe, dost bildiği hemcinsi “kadın”dan geliyor.