Soykırımdan bana ne!
Son zamanlarda, “Filistin’den bana ne!” videoları, zincir halinde paylaşılır oldu.
Onlar Türk’müş,
Filistin’den onlara neymiş!..
Soykırımdan onlara
neymiş!
Bu zihniyetin “Türklük Şuuru”yla uzaktan yakından
alâkalı olmadığı ortada.
Acılar içindeki bebeğin
feryadına ilgisiz kalan biri,
Türk
olabilir mi?
Binlerce bebeğin hunharca
katledilişine “Arap ise bana ne!”
diyerek alkış tutan varlığın tavrının "insanî" olduğu söylenebilir
mi?
Türklük iddiası?
Biz, “Adalet e Merhamet Medeniyeti”nin
evlâtlarıyız.
Ünlü Fransız Tarihçi Jean
Henri Abdolonyme Ubucini, Türklerin dünyanın onurlarına en düşkün, en ağır
başlı, en zarif, en mütevazı, en merhametli, en adaletli, en şefkatli insanları
olduklarını anlatır.
Türkler’deki “çocuk sevgisini” ise şöyle satırlara döker:
“Çocuklarını
Türklerden daha fazla sevgi, itina ve şefkat ile yaşatan, büyüten bir memleket
bilmiyorum. İşin çok farklı ve çok güzel olan tarafı; bu şefkat ve ihtimamın
annelerden de çok, babalarda derinleşmiş olmasıdır. Cuma günleri Osmanlı’da
tatil günüdür. Bayram günleri de öyledir. Osmanlı Türkü, bu bayram günlerinde
çocuklarını ellerinden tutar, gezdirir, adımlarını çocuklara göre ayarlar,
çocuğun yorulduğunu görünce omuzlarına alır. Osmanlı erkeği, çocuklarını
dikkatle dinler, bütün hareketlerini dikkatle takip eder. Osmanlı’daki
çocuk sevgisi, mutlaka görülmesi gereken bir güzelliktir.”
Merhum Sultan 2. Abdülhamit Dönemi’nin İstanbul Eşrafından
Rahmetli Babaannem, bizlere “Ermeni-Rum komşularından” bahsederdi zaman zaman.
Ermeniler ve Rumlar bebeklerini, çocuklarını gönül rahatlığı ile
bizimkilere bırakırlarmış.
Bizimkiler de, çocuklarını onlara emanet edermiş, götüremeyecekleri
bir yerlere gittiklerinde.
Bütün çocuklar masumdur, bütün çocuklar gözbebeklerimizdir.
Bunun Türk’ü, Arap’ı, Ermeni’si mi olur?
X
Osmanlı Medeniyeti.
Osmanlı Devleti, azınlıkların dinlerine, ibadethanelerine,
dillerine, kültürlerine müdahale etmediği, onları zorlamadığı gibi,
ayrıcalıklar bile tanımıştır.
Osmanlı azınlıkları askerlikten muaf kılmış, vergilerini
“dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacakları” kadar düşük tutmuş;
yaşlılardan, işsizlerden, hastalardan
vergi almamıştır.
Pax Ottomana (Osmanlı Barışı), batılıların bir terimidir.
Osmanlı’nın, her türlü
ırk ve inançtan insanı yüzyıllar boyunca bir arada, barış ve huzur içinde
yaşatabilmesinin sırlarını anlamaya çalışmak, batılı tarihçilerin, sosyologların başlıca meşguliyet alanları
arasında yer almıştır.
Fethettiği yerlerdeki sosyolojik yapıyı dağıtmayan, oralardaki sevilen
Müslim- gayrimüslim kanaat önderlerinin izzetlerini koruyan-kollayan; gittiği her yere adaleti, merhameti,
medeniyeti, hizmeti götüren Osmanlı,
çıtayı batının hiçbir zaman ulaşamayacağı kadar yükseğe çıkartmıştır.
Bunu yapabilmiştir zira, Osmanlı İdarecilerinin uymakla mükellef
oldukları İslam Dini’nin hükümleri, adaleti-merhameti emretmekte, kötülüklerden
ise men etmektedir.
Osmanlı’da hiçbir idareci –padişah dahil hiçbir idareci- başına
buyruk değildir, kendisini sınırlandıran İlahi Hükümler vardır, Sünnet-i
Seniyye vardır.
Bugün, video zincirlerinde “Ben
Türk’üm Filistin’den bana ne!” diye zırvalayanların “Türklük Şuuruyla” uzaktan yakından alâkalı
olmadıklarını yazının başında ifade etmiştik.
Türkler, yüzyıllar boyunca adalet ve merhametin sancaktarlığını
yapmış olmasaydı, şüphesiz böyle bir ifadeyi kullanamazdık.
Tarihimizde, soykırım suçu olsaydı, şüphesiz böylesine özgüvenli
olamazdık.
Ceddimizle gurur duyamazdık.
Batılılar da, koca koca kürsülerde “Osmanlı Barışı”nın sırlarını araştırıyor olmazlardı.
Biz “ırkçı” bir kavim olsaydık, Almanların bugün yaşadığı utancı
yaşardık.
İngilizler, Fransızlar , Hollandalılar, İspanyollar, ABD’liler,
Çinliler, Ruslar (vs) gibi, “zâlimler” arasında yer alırdık.
Tarihimizde soykırım suçu olsaydı, Siyonistlerin soykırımına
“gönül dolusu” karşı çıkamazdık!..
Ben, Türk Tarihi’ne baktıkça, “Şükürler olsun!” diyorum…
Müslüman Türk olmak büyük nimet.
Ne yazık ki, bizi dünyanın en güçlü milleti yapan özelliklerimizi
öne çıkartmak ve tarihimizdeki güzellikleri yarınlara taşımak varken…
İçimizden birileri, Siyonist Soykırıma “kıvrak söylemlerle” destek verebiliyor.
İçimizden birileri, Müslüman Türk’ün kutlu mesajlarını dünyanın
dört bir yanına taşıyan kahraman ecdadımıza hakaret edebiliyor, küfredebiliyor.
Zalim batıya özenebiliyor…
Batılıların hayranlıkla ve kıskançlıkla baktıkları Selçuklu’yu,
Osmanlı’yı kötüleyebiliyor!
Tahmin edersiniz ki, bahsini ettiğim şuursuzların oranı, ihmal
edilebilecek kadar az olsaydı, böylesine dert etmez, yazı konusu yapmazdım bu
konuyu.
Ne yazık ki, oldukça fazla bunların sayısı, oranı.
Gittiğim yerlerde karşıma bu tiplerden birileri çıkıyor.
Biraz konuştuğunuzda ne kadar sığ, okumaktan-idrak gayreti
göstermekten ne kadar uzak varlıklar olduklarını fark ediyorsunuz.
Üç beş kalıp cümlelik tekrarları var, ne söylediklerinin
farkında değiller.
Bunlar uzaydan gelmediler elbette.
Eskinin meşhur ifadesiyle,
“Aydan mı geldiler, bu memleketin okullarından mezun oldular!”
Evet, çoğu mezun.
Üniversite mezunu!..
Bunlara,
“Gelin, İslam’ı da, Kur’an-ı Kerim-i de
tartışalım…
Gelin, hem bunları tartışalım hem de
yakın tarihi!..
Bize anlatılanlardan ne kadarı hakikat,
ne kadarı balığın tırmandığı kavak, oturup konuşalım!” dediğinizde…
Hemen “ucuz sloganlara” başvuruyorlar!..
Onlar İslam’a dair şüphelerini dile getirdiklerinde “Siz İslam düşmanısınız!” demiyorum…
Onlar ise, yakın tarihin
karanlıkta bırakılan noktalarıyla ilgili bir şeyler söylediğimde hemen “saldırıya” geçiyorlar…
Bunların fikirleri, irfanları, vicdanları hür değil.
Ve hemen ifade edelim ki kabahatin tamamı da bunlarda değil!..
Ailelerimiz doğru tarih şuurunu edinmek için ne denli gayret
sarf ediyor, evlerimiz birer ilim-irfan yuvası olmaya ne kadar yakın?
Okullarımızda, üniversitelerimizde öğretilenlerin “insanlığa” ne
faydası var?
x
Ne ektin ki, ne biçmeyi umut ediyorsun?