Sosyo sanal sınav
Sanıyorum geçen haftanın en yoğun yürek yakan gündemlerinden biri eşi tarafından hunharca katledilen Emine Bulut cinayeti idi… Olay gerçekten sarsıcı idi… Kamuoyunda ciddi sarsıcı etkiler bıraktı… Siyasi, sivil, sosyal tüm çevrelerin gündeminde Emine Bulut vardı… Herkes ve her kesim durduğu yerden olayı değerlendiriyordu…
Aslında bu olay bir sonuç idi… Bu sonucu doğuran sebepler ve nedenler yeterince analiz edilmeden doğru çıkarımlarda bulunmamız mümkün değildir… Son kale aileyi bekleyen akıbetin ne kadar hazin olacağını da kestiremeyiz… Bu tarz kahredici kanlı karelerle daha çok sınanacağımızdan endişe ediyorum…
Emine Bulut cinayeti üzerinden bir boyuta dikkat çekmek istiyorum…
Annesi gözleri önünde katledilirken 10 yaşındaki kızın çığlığını hatırlamaya çalışalım
“Anne lütfen ölme…”
Olaydan sonra bu masum yavrucağın bir cümlesi daha var;
“Ben ambulans çağırın diyorum, onlar çekim yapıyor…”
Evet, bir anne çocuğunun gözleri önünde can çekişirken, çekim yapma derdinde olan bir toplum var…
Bu toplum bu hale nasıl geldi?
İnsan acıya, ölüme bu kadar nasıl duyarsızlaşır?
Başkasının acısıyla adeta alay edercesine bir davranış biçimini insan vicdanı nasıl kaldırabilir?
O acılı kız çocuğuna mı daha çok acımalıyız yoksa gençliğin düştüğü bu duyarsızlığa, yeni neslin acımasızlığına mı yanalım?
Ne kadar acı, değil mi?
Acılar paylaşılmıyor, acıların resmi paylaşılıyor… Acılara tuz, biber ekiliyor…
Yardım etmiyor, yorum yapıyor… Sosyal medyadaki yorumuyla yüreğine su serpiyor…
Vicdan ayağa kalkmıyor, vicdan rahatlatıcı birkaç paylaşımla teselli oluyor…
Sosyal medya bizi duyarsızlaştırıyor… Her türlü acıya, yanlışa, yalana, yozlaşmaya alıştırıyor… Alıştıkça arsızlaşıyoruz… Acımasızlaşıyoruz… Tepkisiz kalıyoruz…
Sosyal medya bağımlılığı gerçek hayattaki sorumluluğumuzu, duyarlılığımızı zamanla bozuyor…
İnternette beğeni alma peşinde olan bir insan bir başkasının derdi ile ne kadar ilgilenebilir? Artık ötekisi umurumuzda değil…
Düşünün bu toplum ne hale geldi?
İntihara kalkışan birine “Atla, atla” diye tempo tutan, intihar anını kayda geçip “paylaşmak” için sabırsızlanan yığınların ruh halini nasıl tanımlayacağız?
Belki de intihar edenin halinden daha acınası bir paranoya ile karşı karşıyayız…
İnsanlığın bittiği yer…
Olay sadece davranış bozukluğu mu yoksa insanlıktan sıyrılma sefaleti mi?
Ve hemen anında haberleştirme ve anında paylaşma telaşı…
Gerçekten n’oluyoruz?
Aslında şunu sormak istiyorum; internet diğer ismiyle sosyal medya bize ne kattı, bizden ne aldı?
Belki derin ve uzun bir mevzu…
Şu an için sadece şunu söyleyeyim…
Sosyosanal sınavda en çok merhamet ve mahremiyetimizi kaybettik…
Hâlbuki biz merhamet ve mahremiyet için vardık…
Unutmayalım ki; mahremiyeti ve merhameti olmayana ihtiram(saygı) da olmaz…
Bu sinsi ve siber saldırılara karşı kendimizi ve neslimizi savunmak zorundayız…
Sanal sınavda da şiarımız; bilinç, direnç diyoruz… İnancı, bilinci, direnci kuşandığımız vakit her türlü saldırıyı ve salvoyu savabiliriz… Sınırlarımız belli, yeter ki siperi ve seferi terk etmeyelim…