Sosyal medyada müslüman kalabilmek
Hayatı kolaylaştırdığı söylenen dijitalleşme ve ilişkileri güçlendirdiği safsatasıyla sosyal medya, genelde insanı özelde ise Müslümanı hedef alıyor. Çünkü Müslüman için tefekkür, birçok ibadetten üstün tutulmuş, anlamayı ve kavramayı sağlayan önemli bir merhale iken sosyal medya ve dijitalleşme insanı tefekkürden ve onun temaşa edildiği tabiattan uzaklaştıran etkili bir araç. Daha açık bir ifadeyle amaçlarına ulaşmak için insanı sığ bir yapaylığa hapseden ve başına çeşitli arzuları temsilen bir sürü gardiyan diken acımasız bir modern çağ aracı.
Şunu hepimiz biliyoruz: Sosyal
medyanın bağımlı kullanıcıları tarafından yapılan paylaşımlar, insanların
gerçek durumlarını ve kişiliklerini yansıtmıyor. Dahası dinimizce hoş
görülmeyen ikiyüzlülük, yalancılık, sanal münafıklık gibi uzak durulması
gereken hasletleri Müslümanın ruhuna yapıştırıyor. Şaşırtıcı olan bu
paylaşımların samimi ya da gerçek olmadığının herkes tarafınsan kesinkes bilinmesine
rağmen toplumsal olarak bir itiraz ya da yadırgama olmamasıdır. Hal böyle
olunca kullanıcılar ahlaki, toplumsal ya da dini herhangi bir kurala bağlılık
hissetmiyor ve sanki İslam hayatın her alanında yokmuş gibi dinin ihsan boyutu
görmezden gelinerek yanlış yorumlanan cüzi irade şımarıklığıyla hayat sürdüğünü
zannediyor.
Es-Sani (cc) olanın değil
kulların beğenilme arzusunu kazanmaya çalışanların ve bunun sonucuna göre kendi
psikolojik durumunu belirleyenlerin hem sanal hem gerçek âlemde mutlu, huzurlu
olmaları elbette beklenmiyor. Rabbinden daha çok insanların ne diyeceğini
önemseyen bir nesil ebeveyn olduğunda bundan daha büyük felaketlerle karşı
karşıya kalmayacağımızı da kimse iddia edemiyor.
Gelinen noktada toplumu ayakta
tutan, ruhu besleyen ve esas itibariyle aileyi, dini yok etmeye odaklanmış bu
platformlarda Müslümanca yaşamanın oldukça zor olduğuna şahitlik ediyoruz. Çağımızda
yaşadığımız sorunlar üzerine bir de istikbaldeki zorluklar eklenince bu mecraların
Müslümanlaştırılmasının keyfiyet olmaktan çıkıp bir zorunluluk haline geldiğini
görüyor; dijital dünyada Müslümanca yaşayabilmekten, Müslüman kalabilmekten
başka çaremiz olmadığını geç de olsa anlıyoruz.
Dolayısıyla ‘dağdaki evliya ile
şehirdeki evliyanın hikâyesi’nde anlatılan ve özet olarak, dağda herkesten
ve her yerden uzak yaşamanın kolay olduğunu, esas meselenin şehir içinde evliya
olarak kalabilmekten ibaret olduğunu iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Bu idrak, Modernite’nin doldurmuş
olduğu alanların boşaltılarak inanç ekseninde bir dönüşüme tabi tutulmasını ve
sonrasında sil baştan doldurulmasını gerekli kılıyor. Çünkü bir sarmalın
içerisinde bocalayan günümüz insanı içindeki ruhsal boşluğu, sosyal medya ve
dijital dünya üzerinden doldurmaya çalışıyor. Batı’nın arzu ettiği ve hatta model
olarak bizim de önümüze konulan hayat tarzları, cennetin kötü imitasyonlarıyla
donatılarak bizi her şeyin dünyadayken olup bittiğine inanan insanlara dönüştürmek
istiyor. Yaşanmamış bir hayatın sefasını sürüyor olmanın sarhoş ettiği insan ne
yazık ki ağzındaki zoka yaralarıyla bu durumun böylece kabul edilmesi gerektiğini
söylüyor.
Sonuç olarak, hakikatin
aranmadığı bir mekânda doğru ya da yanlışın sorgulanmadığı, olabildiğince
dijitalleşmiş ‘sosyal medya soslu rutin bir hayat’ın egemenliği altında
yaşıyoruz. Soslar midemizi rahatsız ettiğinde hem dijital dünyada hem de gerçek
hayatta Müslümanca yaşamak ve öylece kalabilmek için var gücümüzle çalışmamız
gerektiğinin de farkına varacağız. Bu konuda talep olmaması ya da toplumun bu
durumdan şikâyetçi olmaması bu gerçeği asla değiştirmeyecek.