Sosyal medya ve ruhların huzursuzluğu
Sözün bilmez bazı nadan elinden
Edep ağlar erkan ağlar yol ağlar
Gevheri
Biz
böyle değildik... Eskiden; mektepsiz, fakir ama erdem sahibi insanlar yiyip
içtiklerinden bahsetmek zorunda kaldıklarında "söylemesi ayıp, af edersiniz, mazur görün" gibi zarafet
dolu sözler sarf ederlerdi. Çarşıdan, pazardan aldıkları şeylerde başkalarının
gözü kalmasın diye azami gayret gösterirler ya da komşuya da evde bulunandan
mutlak ikram edilirdi.
Bir
çağa erdik ki ne çağ! İletişim çağı. Sosyal medyanın en yoğun kullanıldığı bir çağ.
Keskin bir bıçak gibi. Bilmem ne lokantasında, ünlü tatil ve eğlence merkezinde
yediği, içtiği şeyleri görgüsüzce paylaşan kişileri anlamakta hayli
zorlanıyorum. Herhalde yiyip içtiklerinin fotoğraflarını paylaşan görgü fukaraları,
yiyip içtikleriyle mi daha kaliteli, farklı insan olduklarını sanıyorlar?
"Siz, bizim yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, bindiğimiz, gezdiğimiz
şeylere ulaşamazsınız" diyerek kendilerinin sahip oldukları maddi imkânlarla
mı övünüp gururlanıyorlar? Kafa ve ruhlarındaki derin kültürel ve manevi
boşluğu böyle mi doldurarak teselli buluyorlar bilinmez? Lakin, ruhen
yükselmek, ancak ilim, edep ve mahremiyetle mümkündür.
Sonra,
şaşkınım ki en mahrem kalması gereken anlar ve duygular fotoğraflarla
sergilenir oldu. En mahrem mekânlar sosyal medya sayfalarında görücüye çıktı. Kendileri
hakkında “en mahrem” anıları ve anları dahi paylaşan; bunu yaparken de içinde
bulundukları anı yaşayamayan kişiler açısından aslında bu çok ciddi bir
psikolojik hal olsa gerek. Tükenir oldu mahremiyet. Medya çağı öz benliğimizi
savurdu. Çıplak çöller gibi verimsizleşti ruhlarımız ve ruhlar huzursuzlaşmaya başladı.
Çizilen sanal mutluluk tablolarının sahiplerini gerçek hayatta dinleseniz,
aslında onların ne kadar yalnız, huzursuz ve kendileri ile çelişen bireyler
olduklarına tanıklık edersiniz.
Hayvani
dürtülerle güdülenmeye çalışan ve fıtratına ters davranan insanın eşgüdümlü
olarak uygar bir varlık gibi görünmeye çalışması aslında oldukça trajik bir
durum. Kişilerin yaşantılarının ve öz benliğinin ifşa edildiği bu kamu malı varlıklar,
kendilerini sosyal medya yoluyla dış dünyaya atfederek, yabancı ve tehditkâr
olan dışarının karşısına saklı, saf ve temiz durması gereken fıtratı umarsızca takdim
etmekte ve bu sergileme ve sergilenme hali ruhu aslında oldukça rahatsız
etmektedir.
Muhterem
okur, sosyal medyada faydalı, güzel, hayırlı duygu ve düşüncelerini, sosyal,
kültürel, sanatsal faaliyetlerini, kafa ve gönüllerinin güzel gıdalarını
paylaşan bilinçli bir kitle de var şüphesiz. Saygı duyulası bir kitle.
Pakdil'in; “İçe bakış, dehşetli hazinedir” dediği gibi kimlik sahibi erdem
yolcuları, önce kendi Kaf Dağı'na yolculuk yapabilmeyi başarabilen
münevverlerdir bu şahsiyetler. Kendi gerçeğine varmış, yaşama ve yaşatma aşkına
gönül vermiş; fikir, ruh, ahlâk, eğitim, ilim, irfan, kültür ve sanat
cephesinde inanç, ihlâs, çile, sabır, dua, şükür ve azimle seferini
gerçekleştiren bir aydın bir kitle.
Eski
zamanlarda çirkin hal ve davranışlar azdı. Bu sebeple çirkinlik hemen dikkat
çeker ve bireyler bu durumlara tepki gösterirlerdi. Şimdi iyi ve güzel olan şey
azaldı ve belki iyi kalmak yadırganır oldu. İyi olarak kalma mücadelesi
verenler bana göre Çirmen Savaşı'nın yiğitleri gibidir. Bilenler bilir bu
savaşı. Sırpsındığı Savaşı’nın yaralarını sarmak isteyen Sırplar oldukça büyük
bir intikam duygusu ile Osmanlı imparatorluğuna savaş açmaya karar verirler. I.
Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu dönemin en iyi ordularından birine sahiptir.
Çirmen Savaşı için Sırplar yaklaşık olarak 70 bin kişilik bir ordu ile bu
savaşa hazırlanmışlardır. Vukaşin, Uyliyeşa ve Vukaşin Hristiyan birliği
birleşerek Edirne üzerine saldırı gerçekleştirmek için fikir birliğine
varırlar. Lala Şahin Paşa yanına aldığı 800 kişilik bir ordu ile Sırpları
karşılamak için bir keşif yolculuğuna çıkar. 800 kişilik Osmanlı ordusu
Sırpları takip eder ve gece saldırarak 70 bin kişilik orduyu mağlup ederler. Kemiyet
mi, keyfiyet mi önemli dostlar? Biz, az olsak da iyiyi yaymaya ve paylaşmaya
devam edelim. Bir kibrit çöpü, karanlığı aydınlatmaya yeter.