SOSYAL BİLİMLER VE PSİKOLOJİ
Günümüzde sosyal bilimler özel bir önem ve içerik kazandı. Bu önem, sadece sosyal bilimlerin kendi içerisindeki gelişimi açısından değil, tam da Bacon’un kaç yüzyıl önce bilmenin nesneler üzerinde egemenlik getireceği anlayışını da gerçekleştirmesi açısından önemli hale geldi.
Bugün dünya ölçeğinde iktidar ve çok farklı sermaye ve güç grupları, kitlelerin nasıl yönlendirileceğine dair stratejiler kuruyor ve bunların neticesinde piyasadan maximun karlarını almaya devam ediyorlar.
Bugün sosyoloji ve antropoloji ile birlikte psikoloji de sosyal bilimler içinde, bu stratejilerin manivelası olabiliyor. Öncelikle psikoloji, psikiyatri insanlar için geçmişte dinin işlevini yüklenmiş gibi durmaktadır. Çok uzun yıllar önce şamanların, Ortaçağ’da rahiplerin ve hatta İslam’da din adamlarının yerini bugünün psikologları almışlardır. Bu anlamda en önemli işlevleri, kişinin hayatının tüm boyutlarını kapsayacak derecede bir hayat danışmanlığını üstlenmeleridir.
Burada belki psikolojinin içeriğine uygun seküler bir kelime seçerek “hayat danışmanlığı” dedim; ama buna daha dinsel göndermeleri olan “anlam dünyası” oluşturma da diyebiliriz. Nitekim Erich Fromm, Psikanaliz ve Din isimli kitabında, bu minvalde analizler yapmaktadır. Böylece çok genel anlamda psikologlar, sadece insanla ilgili olduğu kısım kadar değil, onun hayatını yönlendiren bir aktör konumuna bürünmektedirler. Bu anlamda psikolojinin istiap haddi genişleyerek din gibi olur.
Fakat din, psikoloji açısından çok olumlu bir konumda durmaz. Bu biraz da Freud’un dini bir nevroz olarak görmesiyle ilintili görünmektedir. Esasen psikolojide Freud’dan bu yana epey yol alınmışsa da, birçok psikoloğun Freud’un versiyonları olarak işlev görmesi ve çoğunlukla Freud’a referansta bulunarak kendisini konumlandırması dikkat çeken bir noktadır.
Psikolog ve psikiyatrların, birçok hastalıkların tedavi edilmesi vb. açısından önemli işlevleri olmakla birlikte, başta gelen handikapları insan için bir anlam dünyasını oluşturma konusundaki yetersizlikleridir. Bu açıdan dine alternatif olmayı bırakın, dinle arasına koyduğu mesafe ciddi sorunlar oluşturmaktadır.
Tam da bu sebeple psikoloji ve psikiyatrinin bir bilim olarak verilerinden faydalanmak gerektiğini düşünmekle birlikte, pratikte psikolojinin dinle arasına koyulan bu mesafeden dolayı bir güvensizlik oluşmaktadır. Bugün insanlığın temel krizi, giderek anlam ve ontolojik güven problemlerinin derinleşmesini sonuçlamaktadır.
Bu kriz, küçük bir grubun uğradığı sorun değildir. Weber’in “altın kafes”, metaforuyla anlattığı ve kimi sosyal bilimcilerin farklı ifadelerle kuşku ya da kaygı çağı ismini verdikleri bir durum yaşanmaktadır. Anlam dünyasının kırılmaya uğraması, kurulan dünya ölçeğindeki mekanizmalar, büyüyen (globalleşen) dünyada insanın küçülmesi ve güven bunalımı, insanı daha kırılgan ve kaygılı kılmaktadır.
İnsanın din karşısındaki tavrı kadar dinin insana bakışı da bu arada büyük önem arz etmektedir. Din, Freud’un dediği gibi insan hayatında bir nevroz değildir. Dine dair beklentiler ve dinle ilişkiler eskisine göre oldukça yoğunlaşmış; hatta seküler hayatta mistik nitelikler kazanmıştır. Ancak dindarların, dinin emrettiği biçimde, insanın sorumluluk ve özgürlüklerini vurgulamaları gerekiyor. Böylece insan kendi imkan ve potansiyellerini en uç noktaya götürerek, dünyayı yeniden inşa edebilecektir. Ancak şu anda koltuk değneksiz yürüyemiyor. Alternatif olduğunu söyleyenler de, onu uyuşturmaktan öte bir şey yapmıyorlar.
Marx’ın dediği gibi, dünyayı tanımlamak yetmez, onu aynı zamanda değiştirmek de gerekir.