Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sosyal Bilimler Tabii Bilimlerin İlmihalidir

Batı modernitesi kendi sosyal, ekonomik, siyasal vb. dinamiklerin içinden geçerek bir forma bürünmüştür. Batı dışı toplumlar ise modernliği önemli oranda bu dinamiklerden uzak iktibas ederek aktardılar. Elbette bu aktarımlar toplumsal değişimleri farklı biçimlerde etkiledi.

Türkiye de dahil olmak üzere Batı dışı toplumlar modernliği “science” kavramının çerçevesinde fizik ve tabii bilimler ile özelde teknoloji olarak anlaşılmıştır. Batı dışı toplumlar bu sebeple teknolojiye büyük bir hayranlıkla bakmışlar, “gelişme”yi (ya da kalkınmayı) teknoloji olarak anlamışlardır.

Bu minvalde modern süreçte çokça kullanılan “tarım toplumu olmaktan sanayi toplumu olmaya geçiş” ifadesi kullanılmaktaydı. Bazı toplumlar buradan yola çıkarak bir an önce tarım toplumu olmaktan kurtulmaya çalıştılar. Teknoloji gelişimini sağlayacak adımlar atmaya çalıştılar. Fakat bugün anlaşılmıştır ki, tarım ve gıda Amerika’nın adlandırdığı gibi bir güvenlik sorunudur.

Bu süreçte sosyal bilimler geri planda kaldı. Sosyal bilimlerin, tabii ve fizik bilimler ile karşılaştırılınca sonuçlarının ve ürünlerinin somut görünürlüğü farklılaşmaktadır. Nihayetinde teknolojik üretimlerin somut görünümleri herkesin gözü önünde olduğundan sosyal bilimler bilhassa hızlı adımlarla yol almak isteyen Batı dışı toplumların ilgisini o kadar fazla çekmemektedir.

Halbuki bugün de dahil olmak üzere sosyal bilimler, diğer bilimler temel stratejilerini belirleme açısından bir ilmihal işlevi görmektedir. Bir başka deyişle, sosyal bilimler bilhassa Batı toplumlarının sosyal, ekonomik, siyasal hedefleri doğrultusunda bir zihni arkaplan kazanmaktadır. Bir anlamda tabii ve fizik bilimlerinin meşruiyet çerçevesini belirlemekte; aynı zamanda ülkelerin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden muhteviyat kazanmaktadır.

Modernliğe başlangıçta temel mentalite “Tanrı merkezli bir evren görüşünden insan merkezli bir evren görüşüne geçiş” olmuştur. En başta sosyal bilimlerin farklı disiplinleriyle dinin bıraktığı boşlukta “sosyal gerçeklik” tespiti yapmaya çalıştığını bilmekteyiz. Bunun gerçekleşebilmesi o dönemde ilk sosyologların tekliflerinde de izlenebilmektedir. Söz gelimi; Comte’un “din”i insanlığın geri evresinde görmesine rağmen “insanlık dini”nde karar kılması ve nihayetinde “Pozitivizm İlmihali” rastgele bir sonuç ve isimlendirme değildir.

Benzer şekilde Durkheim dinin işlevsel boyutunu öne çıkarmakla birlikte, herşeyin kaynağını toplum olarak görmesi son kertede Fransa’da birlik ve bütünlüğün nasıl sağlanacağına yönelik bir çabadır. Bu arada Durkheim’ın “Sosyolojik Yöntemin Kuralları” isimli çalışmasının bir sosyal bilim yöntemi olmakla birlikte, sosyal bilimlerin felsefesini belirlemek anlamında ilmihal niteliği kazandığı da bilinmelidir.

Durkheim’ın bu anlayışını Amerika’da Talcott Parsons, Amerikan toplumun ihtiyaçları doğrultusunda yeniden işlevselleştirmiştir. Diğer yandan erken sosyolojik teorilere bakıldığında sosyal gerçekliğin nasıl yaratıldığına dair izleri görürüz. Nitekim “ilerleme” düşüncesi sonuçta Batı toplumlarının nasıl “rasyonel” oldukları gibi sonuçlara ulaştırılmıştır. Yine “Aryan ırkı”nın üstünlüğü teorileri ortaya atılmıştır. Tüm bunlar önemli oranda Batı toplumlarının sosyal bilimlerdeki ayrıcalığını korumaya yardım ettiği gibi, Batı dışı toplumlara müdahalesini de meşrulaştırmış görünmektedir.

Bu minvalde Batı dışı toplumlar da ortaya atılan Batılı teoriler doğrultusunda dönüş(türül)meye başlanmıştır. Hatta bunu bir gelişmişlik düzeyine ulaşmak için gerekli de görmüşlerdir.

Sosyal bilimler alanındaki çalışmalar ciddi önemlidir. Kendisine strateji çizmeyen toplumlar bir gelecek kuramazlar. Özellikle müslümanlar sosyal bilimler alanında Batılı teorileri tekrar etmeyi ve aktarmayı bırakarak, kendi toplumlarının teorilerini kurmaya odaklanmalıdırlar.