Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.86
Gram Altın
2973.59
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Sosyal bilimler (fakültesi)

Türkiye’de sosyal bilimler hakettiği önemi kazanmamış; siyasetten ekonomiye, kültürellikten gündelik hayata kadar çok farklı alanlarda toplumsal doku çoğulculuğa, bilimsel tartışmalara, farklılıklara “açık” bir şekilde kendisini yeniden inşa edememiştir.

Bunun bazı sebeplerinden bahsetmek mümkündür. Birincisi, modernleşme Osmanlı’dan bu yana gerek devlet gerekse toplum katmanlarında “teknoloji” ile özdeş olarak algılanmıştır. Bunun bir sonucu olarak teknik bilimler önem kazandığı gibi teknolojik aygıtlar gelişmişliğin göstergesi olarak okunmuşlardır. Halbuki Batı toplumlarında varolan teknolojik gelişmeler öncelikle bir zihniyet ve düşünce değişiminin sonucudur. Böyle bir düşünsel değişim olmadan teknoloji üretiminin en azından orijinal olmayacağını bilmek lazımdır.

Yine batılılaşma tarihimizde her alanda teknoloji transferleri öncelenmeye çalışılmıştır. Belki bunun bir sonucu olarak mühendislik, tıp gibi uygulamaya yönelik bilim alanları hem üniversite eğitimleri hem siyaset hem de pratikte öncelenmiştir. Burada yetişen insanların yakın zamana gelinceye kadar gerek ülke içinde iş ve istihdam gerekse yurt dışında iş bulma anlamında önleri açık olmuştur. Hatta Türkiye siyasetinde yöneticilerin önemli oranda mühendislerden olması, hem toplumsal aklın işleyişi hem de taleplerini yansıtmaktadır. Yani bizim ülkemiz de mühendislik hizmetleri ile dolsun.

İkincisi, sosyal bilimlerin gelişimi fen, mühendislik ve tabiat bilimlerinden daha geç olduğundan, transferleri de daha geç bir dönemde mümkün olmuştur. Bu durum özellikle eğitim sistematiğinin erken biçimlenmesinde sosyal bilimleri biraz daha dışarıda bırakmıştır. Üçüncüsü, sosyal bilimlerin fen, fizik, mühendislik ve tabiat bilimleri kadar “kesinlik” ifade etmediğinden mülhem biraz da “entelektüel fantezi” gibi görülmesidir. Nitekim felsefenin toplum nezdindeki itibarı bellidir. Aynı durum sosyoloji, antropoloji, arkeoloji vb. sosyal bilimler için de geçerlidir. İnsanların bilimden “din” gibi bir kesinlik beklentisi içine girmeleri, biraz gündelik hayatı bir mühendislik olarak kurma istemleriyle bağlantılı görünmektedir.

Dördüncüsü de, sosyal bilimlerin ideolojik angajmanlı bilimler olarak görülmesinden mülhem gerek devlet gerekse toplum tarafından üzerine rezervlerkonulmasıdır. Doğrusu Batı’da sosyal bilimler “ideolojik bilimler” şeklinde de konumlandırılır kimi zaman. Ancak onun bu konumu, üniversitelerde sosyal bilimlere ağırlık verilmesinin de bir gerekçesini oluşturmaktadır. Fakat geçmişte üretilen tedirginliklere bakıldığında, felsefe, sosyoloji gibi bilimler toplumun deyişiyle “insanın kafasını bulandıracak” ya da “insanı ideolojik kılacak” bakış açısı üretmekteydiler.

Halbuki sosyal bilimler bir ülkenin temel bakış açısı ve felsefesini üretme anlamında başat konumda olmalıydı. Çünkü ülkenizin felsefesini sağlam kurarsanız, bu felsefenin topluma yayıldığını ve bunun diğer alanlardaki gelişmeler olarak yansımalarının olduğunu görebileceksiniz.

Sosyal bilimlerin buradaki bir fonksiyonu da tabiatı gereği toplumu bir mühendislik ürünü olarak görmediği için homojenlik, diktelere pirim vermeden çoğulcu tartışmalar, farklılıklara yer verebilmek olmalıdır. Aslında üretebileceği en önemli çıktı da bu olacaktır. Türkiye’de bu fakültelerden yetişecek öğrencilerin hem farklı fikirlere saygı, hem hermenötik yaklaşımhem de tartışma zeminine saygılı olmaları beklenir.

Geçenlerde bir üniversitenin sosyal bilimler fakültesi öğrencilerinin “din”le dalga geçen etkinliklerine yönelik ilk eleştirim, daha çok yukarıda anlattıklarım üzerinden olacaktır. Birincisi, bir sosyal bilimci adayı olarak bu öğrencilerin insanların inançlarıyla bu denli dalga geçmeleri bana geleceğe dair umut vermedi. Şayet dini anlayışları eleştirmek istiyorlarsa, bunun çok daha kaliteli ve sosyal bilimlerin sınırsız enstrümanlarını kullanarak yapılması mümkündür. İnsanları inciten bu etkinliğin ardından, tüm toplumu kapsamayı nasıl düşüneceksiniz? Çoğulculuğu nasıl pratize edeceksiniz?