Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 Şubat 2022

Sorunun muhatabı

Her günümüz bir önceki günden şikâyetle geçiyor ve sonra yarın oluyor. Yarın da bugünden şikâyetçi olacağız. Bir kısır döngü olmuş zaman. Koy vermişlik halinde yuvarlanıp gidiyoruz. Halimizi anlatan okkalı sözler bulunca da sosyal medyanın gizemli duvarlarında onları paylaşarak kendimizi rahatlatıyoruz. Sonra bir âlem oluşuyor içimizde âlem içinde.

Dünya tuhaf bir ip yumağı olmuş, biz de bir kedi, o yumakla oyalanıp duruyoruz. Tam ipi çözdük derken bakıyoruz ki, bize ayrılan sürenin sonuna gelmişiz. Sonra da bizden öncekiler gibi sarılıp biz bez parçasına her şeyi arkamızda bırakarak gidiyoruz. Allah var, o son soruyu sormadan göndermiyorlar bizi. Lakin son soruya koro halinde verilen cevap bizim için bu dünyada söylenen son türkünün son sözleri olarak kalıyor. Söz bitiyor ve buruk bir elveda ile gidiyoruz. Bu kadar.

Peki, her şey kabulümüz. Ancak bir şeyler yapmak gerekmiyor mu? Bu gidişe bir dur demek gerek. Bu güç var mı bizde? Bu güç var ki, biz de varız. Varlığımızın gayesi bize yüklenen sorumluluğun dağına göre kar olduğu ile eşdeğerdir. Lakin sorular yumağının içinden kurtulma konusunda mahir olamıyoruz. Maharetimiz sorulara talip olmakta.

Hepimiz aynı sorudan mustaribiz aslında. Evet! Bir şeyler yapmak… Bir şeyler yapmalıyız… Ama ne? Soru herkes için aynı ama cevap bulmakta zorlanıyoruz. Dışımızda dönüp duran dünya, içimizde cevabı bulunamayan sorular mezarlığı. Her gün bir yerlerimizi gömüyor, o mezarlığa. Sıradanlığın tüm sırlarımızı ifşa ettiği ve yaşamak adına biriktirdiğimiz gizemlerin deşifre olduğu, sadağımızdaki son okun da tükendiği bir zamanda yapacak bir şeyler kalmış olmalı umudunda içinde dönüp durduğumuz dünyada cevapsızlık tüketiyor bizi.

Herkes kendi cevabını bulmak yerine, başka hayatların sorularının cevabının peşine mi düştü acaba? Sorulardan yeni sorular türüyor ve beyin karşı konulamaz çelişkiler içerisinde zorlandıkça zorlanıyor. Bizim yaşamamız gereken hayata bakmamız yerine başkalarına biçilen kıyafetlere girmek için kendimizi zorluyoruz. Sanırım buna siz, özenti diyorsunuz. Özenti…

İşte bir soru daha: Kendi hayatının kahramanı olmak yerine başka hayatların dublörü olmak ne kadar doğru? Kaderin bize biçtiği rollere razı olmayıp, irademizi zorlayarak ağır yüklerin altına girmek erdem mi, yoksa aymazlık mı? Konuştukça sorular büyüyor zihnimizde. Susmak çaresi olur mu acaba sorularımızın?

Sorular üst üste gelince Üstad Necip Fazıl’ın ‘Zindandan Mehmet’e Mektup’ adlı şiirindeki veciz dizeleri geliyor aklıma:

“Bir âlem ki, gökler boru içinde!

Akıl, olmazların zoru içinde.

Üst üste sorular soru içinde:

Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mı çıkar, tabut mu?”

Sonra da dünya için en doğru kavramın zindan olduğunu düşünüyorum. Sahi, buradan insan mı çıkacak, yoksa tabut mu? Sorulara cevap ararken bir soru daha düşüyor satırlara.

En sonunda beni rahatlatacak bir cevap olarak zihnime yerleşiyor bir ayet: “Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez.” (Bakara Suresi, 286. Ayet) Bu ayeti duyduktan sonra bu kadar sorunun içinde vardır muhakkak bir cevap diyor insan. Soruyu sordurtan cevabı da buldurur elbet. Bize düşen başka hayatların özentisi içerisinde olmadan ve kendi sorumluluğumuz dışındaki sorulara bulaşmadan kendi sorularımızın cevaplarını kendi irademizle bulmak. Çünkü insan kendi sorusunun muhatabıdır.